Japonya ve Çin arasında bölgesel gücü ve kontrolü sağlamak için uzun yıllar büyük ve kanlı savaşlar yapılmıştır. 1894 yılında Birinci Çin- Japonya Savaşı sonunda Japonlar Tayvan’ı ele geçirmiş, 1904 yılında gerçekleşen Rus- Japonya Savaşı sonrasında ise Japonya, Çin ve Kore Yarımadasında topraklar kazanmıştır. 1. Dünya Savaşı sonrasında da Japonya, Uzak Doğu ve Pasifik’teki Alman himayesindeki sömürgeleri kendi kontrolü altına almıştır. 1937 yılında yine Çin ile yaşadığı çatışma sonrasında yeni bir savaş başlatmış ve tüm dünyadan tepkiler almıştır. Milletler Cemiyeti, ABD, İngiltere, Avustralya ve Hollanda gibi devletler, Japonya’nın bu saldırısı sonrasında rahatsızlıklarını dile getirip, diplomatik baskılar yapmaya başlanınca, Japonya Milletler Cemiyetinden çekildiğini açıklamıştır.
Japonya’nın yayılmacı tavrı ve bölgesinin kontrolünü ele geçirme çabasında, askeri anlamda çok gelişmiş olmasının da önemli bir yeri vardır. Japonya tarihini incelediğimizde, ülkenin yayılmacı politikalarında en önemli kişinin Japonya İmparatoru Hirohita olduğu görülmektedir. 1926 yılında Hirohita Japonya İmparatoru olarak tahta geçmiş, 63 yıl tahtta kalmış ve Japonya tarihinde çok önemli olayların da kurgulayanı olmuştur.
Altı yıl süren II. Dünya Savaşı (1939-1945), dünyanın en kanlı ve acılı savaşlarından biri olmuştur. Japonya bu savaşa sonradan dahil olarak, savaşın seyrini de değiştirmiştir. 1941 yılında Japonya, Pearl Harbor’da ABD üssüne saldırmıştır. ABD üsleri ağır darbe almış ve ardından ABD Japonya’ya savaş açarak, Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine iki atom bombası atmıştır. Çok ciddi bir yıkım yaşayan Japonya yenilgiyi kabul etmiştir.
II. Dünya Savaşı milyonlarca insanın ölümüne, soykırımlara ve insanlık suçlarına sahne olmuştur. Savaşta Yahudilere yapılan katliamlardan ve yıkımlardan çok söz edilir, ama şu bir gerçektir ki Japonya’nın özellikle bu dönemde Çin’e karşı uyguladığı katliam ve savaş suçları da milyonlarca Çinlinin ölümüne neden olmuştur. Büyük Japon İmparatorluğu hayalleri nedeniyle, Kore Yarımadası ve özellikle Çin’de yıllarca devam eden saldırılar, Japonya’ya atom bombasının atılmasından sonra durmuştur. Savaş sonrasında yenilen Japonya’nın savaş suçlarını kapsayan tüm belgelere ABD el koymuştur. Büyük Japonya hayalinin mimarı Hirahita ise affedilmiştir.
Bu kadar çok acı olayın yaşandığı Japonya’da, o dönemdeki insanları ve onların ruh hallerini anlamak adına dönemin edebi eserlerine baktığımızda karşımıza çıkan en etkili isim Osamu Dazai (1909-1948) olmuştur. Dazai’nin hayatına baktığımızda, varlıklı ve saygın bir aileden geldiği, fakat kısa hayatında alkolizm, depresyon ve bunların sonucu intihar denemeleri yaşadığı görülmektedir. 1948 yılında henüz 39 yaşındayken son intihar girişimini eşi ile birlikte yapmış ve yaşamına son vermiştir. Kısa hayatına rağmen, Japon insanın yalnızlığı ve umutsuzluğunu yansıtan gerçekçi eserler vermiştir. Eserlerindeki anlatım tarzı Dostoyevski’yle benzerlik taşımaktadır. Ölmeden önce yayınlanan son kitabı “İnsanlığımı Yitirirken” kendi hayatının izlerini taşıyan ve umutsuz bir çıkmazın içindeki bireyin yalnızlığını anlatan akıcı ve gerçekçi bir romandır. Okumak için ailesinden ayrılan genç ve yetenekli bir adamın kişiliğini bulamaması, alkol ve uyuşturucu ile bohem yaşantı içerisinde yaşadığı buhranları, duygusal ilişkilerindeki tutarsızlıkları ve onu intihara götüren umutsuzlukları anlatılmaktadır.

“Başkaları tarafından çok sevildim ama görünüşe göre onları sevme yeteneği bende yoktu. (ya da insanlar aleminde “sevgi” denen şeyin olup olmadığından bile şüphe ettiğimi söyleyebilirim.)Bu yüzden benim gibi birinin yakın arkadaşının olmaması çok normaldi. İnsanları ziyarete gitmek bile imkansızdı benim için. Başkalarının evinin kapısı benim için İlahi Komedyadaki cehennem kapılarından farksızdı. (Dazai, İnsanlığımı Yitirirken, sf69)
Dazai, yine Yeni Bir Hamlet adlı kitabında Shakespeare’in Hamlet eserine atıfta bulunarak, tabiri caiz ise Hamlet’i kendi hayatına göre yeniden kurgulamıştır. Bu kitapta da Dazai’nin kendi hayatından kesitler yer almaktadır. Trajik, yer yer absürt olan bu eserde yer alan kadın karakterler, Dazai’nin hayatındaki kadınlardan esinlenerek şekillenmiştir.
Pandora’nın Kutusu’nda ise Dazai, bir senatoryumda yatan verem hastaları ve hasta bakıcılarının umut ve yer yer umutsuzlukla dolu hikayelerini anlatmaktadır. Roman boyunca ABD savaş uçaklarının seslerinin duyulduğu sahnelerle ülkedeki savaş haline göndermeler yapılmaktadır. Kitabın ilk bölümünde Dazai’nin sözleri etkileyicidir.
“İnsanlar için umutsuzluk denen şey imkansızdır. İnsanlar genellikle umutla kandırılır; aynı zamanda “umutsuzluk” kavramıyla da aynı şekilde kandırılırlar. Bunu açıkça ifade edeyim. İnsanoğlu mutsuzluğun derinliklerine düştüğünde bile birazcık bir umut ışığını el yordamıyla arayıp durur. Bu Pandora’nın kutusundan beri Olimpos’un tanrıları tarafından belirlenmiş bir gerçektir.” (Dazai, Pandora’nın kutusu, syf:9)
Osamu Dazai, Öğrenci Kız adlı eserinde de varoluş kaygıları yaşayan bir Japon genç kızının sıradan hayatını ele almış ve dünyayı anlamlandırmaya çalışmıştır. Eserlerindeki bu gerçekçi vurgu, yaşadığı çağın izlerini çok doğru şekilde yansıtmıştır. Eserleri arasında en ilginç olanı ise Japon Masallarından esinlenerek yazdığı fantastik öykülerdir. Yeşil Bambu ve Diğer Fantastik Öyküler adlı kitabında yer alan öyküler, hayal gücünün geleneksel figürlerle birleştiği, masalsı ve “umut” içeren öykülerdir.
Her toplumsal dönüşüm, kendini kültür ve sanatta gösterirken, siyasi ve askeri güçler de bu bütünün ayrılmaz birer parçasıdır. Japonya’nın tarihteki sancılı dönemleri, tüm toplumsal dönüşümü de zorunlu kılmıştır. Her değişim ve dönüşüm öncesinde çatışma ve kaos getirmektedir. Dazai işte bu kaos ortamının içerisine doğmuş ve eserlerini de bu etkide oluşturmuştur.
“Neden kendimizden memnun olup hayatımızın geri kalanında sadece kendimizi sevemiyoruz? İç güdülerimin şu ana kadarki duygularımı, mantığımı alt ettiğini görmek yazık. Bir an bile kendimi unutsam hemen ardından hayal kırıklığına uğruyorum.” (Dazai, Öğrenci Kız, syf23)