Hayatta yaşanan bazı şeyler döngüsel bir hal alabiliyor. Yıllar önce seyircisi olduğunuz bir halin içinde, merkezinde yıllar sonra kendinizi bulabiliyorsunuz.
İran’da 15 yaşında bir genç Dr. Mehdi Hamidi Shirazi’nin Aşk-i Maşukadlı şiir kitabını (pahalı olduğu için ) kopyalar ve aynı zamanda ezberler. Yıllar sonrasında ise bu şiirlere soğur. Şiirleri oldukça duygusal bulduğunu belirterek tıpkı yaşlı insanların gençken yaptırdıkları dövmeleri silmek istediği gibi kendisinin de bunları unutmak istediğinden dem vurur.
Bu genç Abbas Kiyarüstemi’dir. Paris’te olduğu dönemde seneler sonra bir arkadaşının ısrarıyla (her ne kadar hiç istemese de ) Abbas Kiyarüstemi , Dr. Mehdi Hamidi Shirazi’yi hasta yatağında ziyaret eder. Onu oraya getiren arkadaşı şaire Kiyarütemi’nin meşhur bir yönetmen olduğunun ve onun şiirlerini ezbere bildiğini söyler. Mehdi Shirazi’ye ondan bir şiir okumayı isteyip istemediğini sorar. Hasta bunu gözüyle onaylayınca Kiyarüstemi bir şiir okur:
“Yorgun ben bitkin ben hasta ben kolsuz kanatsız ben
Sabaha kadar uyanık sabah kuşlarının yoldaşı ben…
…
Yanmış ben bitik ben ölü ben, yıldız sayan ben
Düşmanlıklar yaptı bana kaderim talih yıldızım
Vah bana, vahlar bana
…
Gülleri gördüm güller arasında Shirazı gördüm
Her gün benimle buluştuğun söğüt ağacını gördüm
Vah bana vahlar bana
Kiyarüstemi hastanın yanı başında bu şiiri okuyunca hasta sarsılarak ağlamaya başlar. Şiraz’ı işitince daha da şiddetlenir ağlaması. Bu gün için şöyle der Kiyarüstemi:
Belki de tüm o kitabı ve şiirleri sırf bu gün için ezberlemiştim, bunu anladım!.
Kiyarüstemi bu anıyı bir söyleşide anlatır. Bizler ise yıllar sonra Abbas Kiyarüstemi’yi hasta yatağında yatarken, Sadi’nin bir şiirinden uyarlanan ve Mohsen Namjo’nun bestelediği şarkıyı dinlerken görürüz. Şiire latif sesiyle hüzün katan Solmaz Naraghi; Kiyarüstemi ile daha önce bir sanat etkinliğinde tanışmıştır. Kiyarüstemi, Şirin filminin son sahnesi için bir ses arayışındayken Naraghi’yi düşünür. Bu mesele ile ilgili bir sürü görüşme yaparlar. Filmde Nizâmî-i Gencevî’nin Hüsrev u Şirin’ini dinleyen çoğu sanatçının yüz ifadeleri ve fonda Hüsrev u Şirin’in seslendirilişi verilir. Naraghi’nin seslendirdiği şarkı filmin sonunda duyulur .Bu şarkı Attar’ın “Aşk Işığı” şiirinden uyarlanan şarkıdır.
Kiyarüstemi yıllar sonra hastanede yatarken üzerinde çalıştığı bir senaryo ile ilgili aslında Kaligrafi sanatıyla da ilgilenen Naraghi’yi hastaneye çağırır ve ara ara Naraghi ziyaretlerine devam eder ve konuyla ilgili görüşürler.
Kiyarüstemi’nin daha önce Naraghi’ye – Şirin filmi için yaptıkları görüşmelerde- “Ey bahar rüzgarı, bahçenin hali kim bilir nasıldır, söyle” diye başlayan şarkının;
“Vefatımızdan sonra bir ömür daha lazım bize
Çünkü bu ömür böyle geçirdik ümit etmekle”
nakaratını söyletmiştir defalarca. Naraghi hastaneye gidemeyince bu şarkıyı söyleyip kaydederek Kiyarüstemi’nin yardımcısına yollar. Sonrasında Naraghi hastaneden aranıp sazıyla birlikte davet edilir. Kiyarüstemi bu kaydı defalarca dinlemiştir. Yıllar önce ezberlediği şiiri Dr. Hamidi’ye okuyacağını bilmediği gibi, muhtemelen Naraghi’ye bu nakaratı söyletirken günün birinde bu an’ın yaşanacağını da bilmez.
İşte bizim izlediğimiz kayıt o zaman çekilmiştir:
Ne haldedir şimdi bahçe,
Ey ilkbahar rüzgârı?
Sebep olan; bülbüllerin
Huzursuz feryâdına.
Bir çiçek yoktur ki denk olsun
Büyüleyici yüzüne senin.
Çünkü çiçeklerin içinde sen,
Dikenlerin içindeki gül gibisin.
Ey her derde deva olan hazine!
Bak da gör dertlileri!
Merhem senin elindeyken
Yaralı bırakıyorsun bizi.
Lazım bir ömür daha;
Ölümümüzden sonra.
Zira süren ömrümüz
Geçti umutlanmakla.
Kiyarüstemi bu şarkıyı dinlediğinde Dr. Hamidi’yi hatırlamış olabilir mi? Orasını bilemeyiz ama Kiyarüstemi’nin (tıpkı filmlerindeki gibi) şiirle dolu iç dünyasından, şiirsel halinden taşan ; şiirle yapılmış bir vedadır bu.
İlgili Video