Söyleşi: Melisa Parlak

  • Sizi tanıyabilir miyiz?

1991 yılında İzmir’de doğdum. Yaklaşık altı ay süren bir isim seçememe durumundan sonra adımın Melisa olmasına karar verilmiş. Fakat o da nüfus memurundan kaynaklı eksik yazılmış. Neyse ki bu hata biraz gecikmeli de olsa, 12-13 yıl sonra düzeltildi. Kimliği sorgulamaya o zamanlardan başlamış olabilirim.

Çocukluğum ve ilk gençliğim İzmir, Aydın, Muğla ve Antalya illerinde geçti. Kitapları ve filmleri seven meraklı bir çocuğum. Hâlâ. Şimdilerde blog ve kurgu metinler yazıyorum. Spiritüel şeyleri seviyorum.

  • Sizin bir izleyici olarak en sevdiğiniz filmler hangileri, yönetmenler kimler?

En sevdiğim filmlerden aklıma ilk gelenler şunlar: Love Actually, Mr. Nobody, Mother!, Küçük Kıyamet, What Dreams May Come… Seri olarak Final Destination’ın bende ayrı bir yeri var. Çok zekice bir şey o. Benzersiz.

 Sonra uyarlama olarak bakarsak eğer Rebecca (1940), The Shining (1980), Gizli Yüz (1991) kitaplarına ayrı kendilerine ayrı hayran kaldığım filmlerden.

Yönetmenlere gelirsek. M. Night Shyamalan filmlerine zaafım var. Külliyat insanı değilim ama. O yüzden aklıma ilk gelenlerle devam edeceğim. Sofia Coppola, Darren Aronofsky ve Lars Von Trier… Bence çok cesurlar. Ayrıca düşünme biçimlerini özgün ve estetik buluyorum. Wes Craven çocukluğumun, David Lynch ise ergenliğimin ilahları. Ötekileri ve tuhafları sayelerinde tanımış olabilirim. Tuhaf demişken geçenlerde Kerr’i izledim. Tayfun Pirselimoğlu’nun diğer filmlerini de izlemeyi düşünüyorum. Kerr’de mekanı görme biçimi, insanı her daim eşikte bekleten o tekinsizlik çok hoşuma gitti.

  • Avunma Mekanizması kitabınızda yer alan öykülerin önemli bir bölümünün distopik bir anlatıyla posthümanist meselelere eğildiğini görüyoruz. Yapay zeka, gerçeklik bilinç meseleleri gibi konularla ilgili düşüncelerinizi öğrenmek isteriz.  

Çocukluğumdan bu yana Alacakaranlık Kuşağı, Gizli Dosyalar, Doctor Who gibi dizileri izledim. Bu tarz dizilerin hatırlattığı ortak bir şey var: Ötede, bir şeyler var olmaya devam ediyor. Yani bu her şeyden önce bir varoluş meselesi.

Son zamanların kurgu yapımları oluş, bilinç ve bellek konularına dair yeni fikirler uyandırıyor. Burada bir parantez açıp çok sıkı bir bilim kurgu takipçisi olmadığımı peşin peşin söyleyeyim ama 🙂 Kendi çapımda takip etmeye çalışıyorum ilgilendiğim alanlardaki yapımları.

Bahsettiğimiz meseleler hakkında benim algı filtrelerimden geçen detaylar genellikle duygularla alakalı şeyler. Çünkü insan tarafından tasarlanan ve geliştirilen hiçbir şeyi duygulardan bağımsız düşünemiyorum.

Mesela en son Pantheon’u izledim. “mind uploading” üzerine başarılı bir yapım bana kalırsa. Yapay zeka ve türevleri konuşulunca insana hep insandan uzak, soğuk ve eski tip robotvari varlıklar anımsatılıyor. Pantheon bu anlamda benzerlerinden sıyrılıyor. Yeni olana alıştırma konusunda başarılı fakat yalnız değil.

Black Mirror, Love Death and Robots gibi diziler de bu yüzden onca dizinin arasından bu kadar özgün geliyor bana mesela. Güncel gerçekliğimizin teknolojiden bağımsız düşünülmesi artık imkansız ve bunun geri dönüşü yok.

Ben payıma düşeni sezgilerimin yönlendirmesiyle yazıyorum. Hasar Kaydı adlı öyküyü çok sevdiğim birine, bir elektronik mühendisine danışarak yazdım mesela. Terimleri kullanabilecek bir yetkinlikte görmüyorum kendimi çünkü. Kalan kısmı da benim hayal gücümdür, bugüne kadar tükettiklerimdir. Başa dönecek olursak, düşüncelerimizin büyük bir kısmını tükettiklerimiz kaplıyor. Çocukluğumdan beri “Alacakaranlık Kuşağı”ndan pek razıyım ben.

  • Yine öykülerinizde dikkat çeken bir diğer hususta yabancılık; belki de yabancılaşma diye tanımlayabileceğimiz bir durum. İnsanın yabancılaşması, kendine yabancılaşması hakkında ve “öteki” olması durumuyla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Her şey algılama biçimimizle ilintili bana göre. Kendini bütünüyle ya da parça parça yabancı görmek de aynı kapıya çıkıyor. Fakat ister bütün, ister parça parça olsun insan neden kendine yabancılaşır ve çoğunlukla hiç beklemediği anlarda “öteki” olur?

İnsan kendini dışarıdan görmeye can atan ve bunu tam kapasite denediğinde bile bütüncül başarıya ulaşamayan bir varlıktır bence. Fakat bu uzaklaşma hâli bir o kadar istemsiz geliştiğinde de ne yapacağını şaşırabilir. Kendine itiraf edemese de beklediği şey olmuştur fakat şimdi ne yapacaktır, bundan sonrası onun için ne anlam ifade etmektedir? Bence yanıt belirsizlik olduğundan kendine biçilen roller toplamı formuna geri döner ve yaşamını kaldığı yerden sürdürür.

Eğer geri dönmüyorsa da mutlaka yerine koyması gereken bir tanım, bir anlam, bir betim olmalıdır ki açılan boşluğu doldurabilsin. Boşluklarla yaşamayı bilmediğimizden (sessizlik, yalnızlık ve unvansızlık da bu boşluklara dahil) içten içe görmeyi istediğimiz “öteki” ile tanışınca şaşırıyor ve kaçacak delik arıyoruz. O olmadığımızı biliyoruz ama artık ne olduğumuzun da bir önemi kalmıyor bence.

  • Öykülerinizi okurken aynı zamanda olayın olduğu mekânlardaki müziği de duyuyoruz. Müzik sizin için öykülerinizin tasarımında neyi ifade ediyor?

Müziğin öykülerin tasarımındaki yeri olmazsa olmaz değil elbette ama harflere biraz renk ve ses eklemek bence güzel bir detay oluyor. Duygular güçlendiren ve hatta bazen karakterlerin geçmişini ifşa eden bir detay bana göre. Belki biraz da sinemaya duyulan bir kıskançlık söz konusudur. Çünkü yazdığım şeylerin sürecinde hep bir “film izlermiş gibi” durumu var bende.  Diyaloglardan başka sesler de olmalı. Gerekiyorsa elbette. 

  • Bir okur olarak Edebiyatla ilişkinizden bahseder misiniz? (Sevdiğiniz türler, kitaplar, yazarlar)

Kitaplara olan düşkünlüğüm her daim içten gelen bir şey olduğu için bunu hayatımda bir istikrar sayıyorum. Yani okumayı söktüğümden beri kalabalık ve gürültülü ortamlarda bile o dünyalara koşulsuz giriş yapabiliyorsam bu gerçek bir sevgi ve özveri olmalı diye düşünüyorum.

Öykü yazmaya başladığımdan beri odağım öykü kitaplarına kaymış olsa da son yıllarda eş zamanlı olarak kurgu-dışına epey merak sarmış durumdayım. Özellikle Akaşa ve SaltOkur’un kitaplarını çok beğeniyorum. Kurguda ise spekülatif kurgu çatısı tercihim diyebilirim.

Kitabı satın alma aşamasında ise bana ne katacağı sorusuna dürüst cevap verebildiklerimi tercih ediyorum. Okuma önceliğim mecburiyetlere ya da sezgilere göre değişiyor. Şimdilerde, okuyacaklarımı gerçekçi ve tematik bir program çerçevesinde planlamaya çalışıyorum. Mesela önümüzdeki ay şunları okumak istiyorum:

Lovecraft’ın Bütün Romanları + Tuhaf Kurgu Yazmak Üzerine Notlar

Michael Ende’nin Bitmeyecek Öykü + Fantazya Sözlüğü

H. G. Wells – Duvardaki Kapı

Mustafa Nâzım Erzurumî – Rüyada Terakki gibi.

Ray Bradbury, Milan Kundera, Janet Frame, Lyudmila Petruşevskaya, Tomris Uyar, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Hakan Bıçakcı sevdiğim, şu an aklıma gelen yazarlardan.

Cüce ile Bebek, Sudaki Yüzler, Ruhun Kadınları, Uyku İmparatorluğu, İş İşten Geçti, Tatar Çölü, Atlıkarıncada Bir Tur Daha sevdiğim kitaplardandır.

Ayrıca son yıllarda okuma serüvenime yön veren isimlerden Bade Osma’nın adını anmadan geçemeyeceğim. Absürt olana dair şimdiye dek tanışmadığım tüm güzel metinlerle ve daha fazlasıyla sayesinde buluştum. Bendeki yeri derindir.

  • Eklemek istedikleriniz nelerdir?

Beni bu söyleşiye davet ettiğiniz için teşekkür ederim. Avunma Mekanizmasına ayırdığınız zaman için de. Çalışmalarınız daim olsun.

Yorum Bırak

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir