Alinin parçaları öyküsünü okuyunca aklıma hemen Deyrul Zehfaran’daki ihtiyar çocuk Bahe’nin hikâyesi geldi. Olay şöyledir: Suryani ailede anne – dul kalınca – iki çocuğunu yanına akarak Suriye’ye göçer ama zihinsel problemleri olan Bahe’yi manastırda , Allah’a ve iyi insanlara emanet eder. Bahe o sırada rivayet odur ki 4 ya da 6 yaşındadır. Annesinin arkasından bakakalır ve yetmiş yıl ( dile kolay yetmiş sene) boyunca manastırda kalır. Manastırdakiler bu misafire bakar, o da elinden geldikçe hizmet eder, annesinin bıraktığı gibi ayaklarında kırmızı çorap vardır hep ve yine manastırda öldüğünde yatağının altından onlarca kırmızı çorap çıkar.
Ali de terkedilmiş bir çocuktur, Çumra’ya bağlı Karkın köyünde yaşar. Babası ölür, annesi evlenir. Üvey baba Ali’yi istemeyince annesi terk eder. Onu da annesi terk etmiştir; ahrazdır, konuşamaz. Manastırda değil, sokaktadır ve çıplaktır ayakları. Nihayetinde donayazınca bir duyarlı vatandaş götürür hastaneye ve doktorlar kesmek zorunda kalır kangren olan ayak parmaklarını. Ali’nin kesilen parmaklarıyla Bahe’nin çorapları arasında uzamda bir bağ vardır, zaman-mekan-insan ; kurgu ve gerçek iç içe karışmış gibidir.Ali ve Bahe birer yansıma gibidir.

Böyle bir dünyanın varlığından haberdar olunca insan, yani böyle olayları duyunca, bir kaç gün gelemez (idi) kendine, insan olana, geçmişin olgun kâmil insanına tesir eder (di) bu hadiseler. Oysa hız devri unutmak üzerine kurmuştur düzenini ve evvelce de ölümü unutturur. Bahe öylece üç çeyrek asır annesinin çıkıp gittiği kapıya bakar. Unutmamıştır, o anda kalmıştır, zamanda mühürlenmiştir. Ali’nin parçaları bizi bu mühürlenen zamanlarda dolaştırır. Aklın yitirmişlerin, âşıkların, cazibeye kapılmışların, gariban sokak hayvanlarının günlerine/anlarına şahit oluruz. Bazen bir dergâhtaki geyik yavrusunu izleriz, bazen bir takıntının bitmeyen döngülerini… Suriyeli, Arakanlı yetimleri ve tarifi zor acılarını, Bosna’da ki belek yitimi yaşayan o kadıncağızı okuruz. Ve âşıkları… Ve meczupları…
Zaman ve zamane unutmaya yönlendirir dedik. Gelin gidelim efendi hikâyesinde yavaş yavaş sosyal medyaya dâhil olan ihtiyar musiki üstadı da nihayetinde unutur her şeyi. Oldukça keyifli ve birçok detayı içinde barındıran hikâyede bu unutma hali bir isteğin dışavurumudur. Öyküleri okuduğumuzda ise unutmadan uzaklaşırız, hatta nihayetinde aklımızda belirgin olarak kalan şeyler tek bir duyguya yönelir. Anlatı da merhamet duygusu çağırır bizi. Ya öyküde vardır merhamet ya yokluğunu duyumsarız ya da anlatılan durum bizi o duyguya itiverir. Ali’nin parçaları merhamete dair bir kitaptır.
