Sinema: Zihin, Beden ve Yapay Gerçeklik I

Sinema sanatının teknoloji ile ilişkisi ele alındığında ilk öne çıkan konu sinemanın bu ilişkide içsel bir konum barındırmasıdır. Sinema sanatı insan zihninin ve yeteneğinin geliştirdiği enstrümanlarla ortaya konarken aynı zamanda düşünme biçimine, düşünce ve değerlendirmelere de direk etki eder ve fikirlerin ortaya konulması açısından bir alan oluşturur. Modern sinemayı en önemli olgulardan biri olarak gören Deleuze, sinemanın özgürleştirici yönüne işaret ederek sinemanın imgeyi insanın düzenleyici ve sınırlayıcı perspektifinden kurtardığını söylemektedir.[1] Bu anlamda sinema insanın doğal olmayan bu yeni görme yetisiyle ilgili düşünmesine olanak sağlayacaktır. Felsefe, kavramları mantıksal süreçlerle açıklamaktadır. Sinema ise bu dolaylı anlatımın ötesine geçerek görsel yöntemi benimser. Bu sayede düşünce kavramlaştırılmadan sinema aracılığıyla sunulur. İnsan, doğal olmayan sinemasal hareket ve görme yoluyla, dolaysız bir şekilde düşünce ile buluşmaktadır. Bu açıklamadan hareketle sinemanın bir düşsel/düşünsel alan olarak fikirlerin dolaysız karşılık bulduğu (gösterildiği) bir alan olduğunu söyleyebiliriz.  Özellikle içinde bulunduğumuz yüzyılda teknolojik açıdan çok hızlı bir ivme ile ilerleme sağlanırken, teknolojik ilerlemenin ortaya çıkardığı yıkıcı süreçler, varoluş ve gerçeklik ile ilgili soruların da yeniden ele alınmasını gerekli kılmıştır.

Sinema sanatı barındırdığı diğer sanatlara dair güçleri ve anlatım biçimiyle kendisi bir gerçeklik alanı oluştururken,  yakın dönemde yapay gerçeklik meselesi ile ilgili de birçok hikâyenin ortaya çıktığı bir sanat olmuştur. Bu anlatılar içinde Matrix belki de en çok bilinen filmdir.[2] Kurmaca gerçeklik temasını merkez alan filmde Matrix yapısı itibariyle sanal gerçekliği kullanmaktadır. Matrix, Dijital makinelerin “gerçek” olan gerçekliğe dair her şeyi kapatarak kendi oluşturdukları simülasyonu yaşattıkları bir tasarımdır. Gerçeklikle ilgili bu fikir aslında çokta yeni bir fikir değildir. Geçekliğin sorgulanması meselesi platonun mağara önermesinde ortaya koyduğu bakış açısına ve Descartes’in buna eklediği fikirlere hatta çok daha öncelerine kadar gitmektedir.[3] Mağara örneğindeki gölgelerin aslı nedir sorusu için  Descartes bizim gerçeklik olarak algıladığımız bu dünyanın da bir rüya olabileceği düşüncesini önermiştir.  Bu düşünce bir Tao hikâyesinde kendine farklı bir şekilde yer bulmuştur. Chuang Tzu  rüyasında bir kelebek olduğunu görür. Uyandığında sorduğu soru şudur: Ben rüyasında kelebek olduğunu gören Chuang Tzu’muyum yoksa rüyasında Chuang Tzu olduğunu gören bir kelebek miyim? [4]

Gerçekte bilinç ve algıya bağlı bir gerçeklikten söz edilmektedir. İnsan bilinci nedir?[5] İnsan bilinci geçmiş-gelecek ve beden etkileşimi üzerinden ele alan[6] yaklaşım bir yana bilincin beden haricinde var olması dijitalleşmesi mümkün müdür? Bu soru bilinç ile ilgili çalışmaların temellerinden birini oluşturmaktadır. Konunun rüya ile ilgili kısımdaki ilginç bir örneği de İnception filmidir. Bunuel sinemayı bir rüyanın istemsiz taklidi olarak nitelemiştir.[7] Oysa filmde rüyaların tasarımı söz konusudur. Rüyaların tasarımı ve iç içe geçmiş rüyalar insan bilincinde farklı zaman algılarına ve dolayısıyla bir hayali gerçeklik içindeki (neredeyse) sonsuz zaman ihtimaline olanak tanımaktadır. Bu noktada robotlarla ilgili metal/dayanıklı, yüksek kabiliyeti olan, zaafı olmayan bedenlerle ilgili anlatılar;  bedene hatta gerçek dünyaya ihtiyacı olmayan, dijital zihinlerle ortaya çıkan varoluşları içeren anlatılara dönüşmüş ya da bu anlatılarla birleşmiştir.[8] 

Modern kültürde doğum kayıt altına alınan teknolojik izleme cihazlarıyla takip edilen sosyal ve görsel medya ile ilan edilen, paylaşılan ve (tüm zamanlarda olduğu gibi) kutlanan bir hadisedir Diğer taraftan ölüm gitgide daha çok bir tabu alanına dönüştürülmektedir. Kaçınılmaz bir son ya da çözülmesi gereken bir sır olarak aktarılmayan ölüm; üzerine konuşulmayan, ısrarla kaçınılan bir hal almıştır. [9]Özellikle salgın döneminde ön plana çıkan ne pahasına olursa olsun biyolojik yaşamın sürdürülme çabası [10] ve tüm gelişmeler toplumun durumunu ortaya koymaktadır. Son derece ölüm fobik olan toplumsal kültürde ölümün kesinliği görmezden gelinmektedir. Ölümün ahlaki/ kişisel anlamları ve yas eylemi giderek azalmaktadır. Popüler kültürde teknolojik hale getirmedikçe, hayatın anlam kazandırmayı açıkça reddettiği olguları anlamlandıran aksiyona dayalı anlatılar kurmadıkça ölümle göz göze gelmekten kaçınan bireyler için, böyle bir ortamda bir çeşit bedensizlik (bedensiz de olsa yaşam) ihtimali, bilincin (hayatın), sanal/dijital bir ortamda bile olsa (hayali) sürdürülebilirliği oldukça çekici gelmektedir.

Matrix, filmde makine ile insanın iktidar ilişkisinde son tahlilde ortaya çıkan ortaklık meselesidir. Bu açıdan film, vardığı nihai sonuç  (makine ve insan dengesi) sebebiyle yukarıda sözünü ettiğimiz anlamda yapay gerçekliği olumlamaktadır.[11] Filmin sonundaki izafi barış makinelerle insanların eşit bir biçimde tek bir mekânda bir arada var olabileceklerini düşünmenin ya da bir diğer ifadeyle yapay bir gerçekliğe kapı açmanın bir başka yoludur

Notlar/Kaynaklar


[1]     Serttek, Gül Esin, “Deleuze’ün Sinema Felsefesinde Zaman İmgesi”, Yüksek Lisans Tezi,

[2] Çalış  Ayten (2017). J. Baudrillard‟ın „Simülasyon‟ ve J. Huizinga‟nın „oyun‟ Kuramları Üzerinden „Matrıx ı‟ Filminin Değerlendirilmesi. e-Journal of New Media / Yeni Medya Elektronik Dergi – eJNM January 2017 Volume 1 Issue 1

[3] Harmond, Bryce “A Modern Worldvıew From Plato’s Cave”, Brigham Young University,

[4] Zhuāngzǐ, Chuang Tzu, Chuang Tsu ya da Chuang Tse MÖ 4. yüzyılda Çin’in Savaşan Beylikler Döneminde yaşamış bir filozoftur. Yazarı olduğu Taoizm felsefesindeki kitabı da kendi adıyla Zhuangzi olarak anılır.

[5]Schrödinger dünyayı paylaşan bilinçliklerin çokluğu sorunuyla ilgili iki mucizden en az birinin doğru olması gerektiğini belirtmiştir. Bu gerçek bir dış dünya ya da her şeyin ve her bilincin tek bir kaynağın (gerçeğin),Bir’in veçheleri olması. Nasr Tevhid anlayışının bu iki mucizeyi de doğruladığını söylemektedir. Varlık aleminde yer alanlar için bilinç bir mucizedir.”Bir” açısından da özde bir ayrılık yoktur.”

Seyyid Hüseyin Nasr, İnsan ve Tabiat ,İnsan Yayınları,2019.

[6] “İnsan zihnini kuran fikrin nesnesi bedendir; yani fiili olarak varolan belli bir yer kaplama tavrıdır, başka bir şey değildir” Spinoza (2012). Ethica. (Çev.: Çiğdem Dürüşken), İstanbul: Kabalcı Yayıncılık

[7] L. R. Lippard, Sürrealist on Art,New Jersey: Prentice Hail Inc., 1970, s. 102.

[8] Sinemanın teknolojik fikirlerle etkileşimi açısından konuyla ilgili güncel çalışma ve projeler önemlidir. Bu projelerden ve çalışmalardan bazıları; Mavi Beyin ,  Neuralink, 2045 Initiative (Avatar) gibi projelerdir.

[9] Despina Kakaudaki ,Robot Anatomisi :Edebiyat Sinema ve Kültürel Çalışmalarda Yapay İnsan

[10] “Salt yaşam ve onu kaybetme korkusu insanları birleştiren bir şey değil, aksine onları körleştirir ve ayırır. Başka insanlar Manzai’nin tasvir ettiği salgında olduğu gibi artık ne pahasına olursa olsun sakınılması yada en azından 1 metre uzağında durulması gereken olası taşıyıcılar yada vektörler olarak görülüyor.”

 Agamben, Giorgio (2020). “Covid-19: Gerekçesiz Bir Acil Durumun Yarattığı İstisna Hali”. Çev. Öznur Karakaş. Terrabayt Dijital Dergi (Şubat Sayısı), https://terrabayt.com/dusunce/covid-19-gerekcesiz-bir-acil-durumun-yarattigi-istisna-hali

[11] Çıtak, G, Postmodernİzm ve Kimlik Perspektifinde Distopik Televizyon Dizileri: Black Mırror Örneği,Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

Yorum Bırak

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir