Söyleşi : Püren Özgören

  • Sinema ile ilişkinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Sizin bir izleyici olarak sevdiğiniz filmler hangileriydi, yönetmenler kimlerdi?

 Sinemayı herkes gibi ben de çok severim, filmler beni özellikle mesleğim açısından besler, zenginleştirir. Ancak sunulan olanakların, seçeneklerin fazlalığı nedeniyle, ne yazık ki pek çoğumuz gibi ben de sinemaya eskisi kadar gidemiyor, mümkün olduğunca evde izlemeyi yeğliyorum. Sevdiğim, etkilendiğim filmler burada sayamayacağım kadar çok. Çocukken sinemada izlediğim, belki de beni çapan ilk film Coppola’nın “Godfather” filmiydi; belki de bu nedenle kendisine sevgim hep devam etti. Hiçbir filmini kaçırmam, hatta 3-5 kez izlerim dediğim yönetmenler: Angelopoulos, Kieslowski, F. Truffaut, A. Tarkovski, W. Kar-wai, Kim Ki-duk, N.B. Ceylan, Ömer Kavur, Yeşim Ustaoğlu.

  • Edebiyatla ilişkinizden bahseder misiniz? (Sevdiğiniz türler, kitaplar, yazarlar)

            Edebiyat sevgim çocukluktan, okumayı söker sökmez başladı. Annemin oldukça zengin bir kitaplığı vardı, o zamanlar ebeveyn duyarlılıkları, pedagojik titizlenmeler, çocuk psikolojisinin önemi vs. bugünkü kadar önemsenmediğinden : ) , kitaplığı özgürce yağmaladım ve bulduğumu okudum. İyi yazılmış, sağlam bir kitabı türüne bakmaksızın severek, zevkle okurum. Roman, öykü, deneme, ne olursa. Hayal gücünün fazla kullanılmadığı, gerçekçi biyografileri okumayı da çevirmeyi de severim. Yine, okumaya ve çevirmeye doyamadığım gözümün bebeği yazarlar var: Toni Morrison, Yukio Mişima, Truman Capote, Anais Nin, John Steinbeck gibi.

  • Çeviriye başlamadan önce bir hazırlık yapıyor musunuz? Yapıyorsanız bunlar nelerdir? Çevirisini yaptığınız kitaplar arasında en çok bağ kurduğunuz/beğendiğiniz ve en zorlandığınız kitap hangisiydi?

Evet, bazı hazırlıklar yapıyorum. Kitabın geçtiği ülkeyi, dönemi tanımaya çalışıyorum. Söz konusu ülkeyi gidip görmüşsem, işim daha da kolaylaşıyor elbette. Sevmediğiniz, bağ kurmadığınız yazarı da kitabı da çeviremezsiniz – hadi çeviremezsiniz demeyeyim de, zorlanırsınız, sıkılırsınız, bir an önce bitsin de bir sonraki kitaba geçeyim dersiniz. Adeta işkence olur. Yukarıda sözünü ettiğim yazarların kitaplarını hep keyifle, mutlulukla çevirdim. Dilinden, üslubundan çok konusuyla beni zorlayan, içimi acıtan kitaplar oluyor. Junot Diaz’dan “Oscar Wao’nun Tuhaf Kısa Yaşamı”, Ian McEwan’dan “Kefaret”, K. Hosseini’den “Bin Muhteşem Güneş” örneğin.

  • Çevirilerle ilgili okurlardan nasıl dönüşler alıyorsunuz? Aklınızda kalan aktarmak istediğiniz bir hatıranızı dinlemek isteriz.

Okurlardan olumlu/olumsuz dönüş almaya bayılıyorum; onca çabanın, emeğin boşa gitmediğini, okurunu bulduğunu görüyorsunuz. Büyük mutluluk. Yaptıkları yorumlardan bir şeyler öğreniyorum, bazen gözden kaçırdığım bir noktayı onlar sayesinde görüyorum, varsa dizgi hatalarını düzeltiyoruz. Yeter ki dikkate alınmaya değer gözlemlerde, yorumlarda bulunsunlar.

  • Bir çevirmen olarak “seslendirme” hakkında ne düşünüyorsunuz? Türkiye’de sinemada kullanılan dil ve Türkçe dublaj ile ilgili düşüncelerinizi öğrenmek isteriz.

Türkiye’de seslendirme çalışmalarını gayet başarılı buluyorum. (Keşke aynı şeyi tüm filmlerin çevirisi için de söyleyebilsem) Yurtdışındaki dublaj örneklerinin kimisiyle kıyasladığımda, ülkemizde bu işin gerçekten hakkını veriyoruz bence. Çok başarılı başka ülkeler de var elbette. Gregory Peck’in ilginç bir anısı var. Bir İtalya yolculuğunda Cinecitta stüdyolarına davet edilmiş, etrafı gezerken, diyor ki: “Koridorda ilerlerken, birden bir odadan kendi sesimin geldiğini duydum, ama şahane bir İtalyanca konuşuyordu. İnanamadım, bu odaya mutlaka girmem lazım, dedim. Meğer Bülbülü Öldürmek’in İtalyanca dublajı yapılıyormuş.”

  •  Eklemek istedikleriniz nelerdir?

Sinema konusunda eklemek istediğim, daha doğrusu gönlümün istediği bir şey var: Edebiyat uyarlamalarının – ama iyi örneklerinin – artması.

Yorum Bırak

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir