Zaman, Hız ve Yaşlılık

Bilindik hikayede ırmağa giren adamın başka bir kıyıda başka bir hayat sürmesi ve sonrasında tekrar ırmağa girdiğinde çıkardığı elbiselerini bulması, gençleşmesi… Zamansal senkron bozumu “Old” filminde bu hikayeyi anımsattı bana .

Tatil için gittikleri gözerden uzak bir plajda beklenmedik olaylarla karşılaşan bir aileye odaklanan hikaye bu tropik adada kuytuda kalan plaja birkaç saatliğine dinlenmeye geçen aile plajın anlam veremedikleri bir şekilde hızla yaşlanmalarına neden olduğunu ve hayatlarının çok hızlı bir şekilde akıp gittiğini keşfeder. Hikayenin alameti farikası da bu noktada ortaya çıkar. Hikaye bu noktada bir zaman alegorisi sunmaktadır.

Hızın ve sürekli akışın içinde ölüm fobik ve haz temelli bir yaşam söz konusudur. Filmin bir noktasında kız annesine biraz zamana ihtiyacı olduğunu söyler. Kadın zamanlarının olmadığını söyler. Zaman hızla ve mutlak bir şekilde akmaktadır onlar için.

Ölümlü olduğumuzu unutturma ideolojisi etrafında şekillenen modern ideoloji ve post kapitalist- posthumanist argümanlar zamanın iktidarını inkar ederken insanı  kişisel zamanın ötesinde liner bir akış içine yerleştirir. Herkes kendince zaman kazanma derdindedir. Tüm gençlik planları Anti-Age söylemler ,vitaminler ,probiyotikler , spor salonları biraz daha fazla zaman kazanmak için kurgulanmış gibidir.. Zaman ilerlemesi koşuluyla kabul edilenken bu ilerlemenin inanılmaz bir hıza ulaşması zamanla karşılaşma yani ölümle karşılaşmadan hızla uzaklaşmaya çalışan modern insan için ironik bir şekilde öznel zamanın yok oluşuna sebep olur. Kaçınılmaz mutlak bir son ve bu sona doğru bir akış söz konusudur, anlam ve anlayışın ötesinde hareket  vardır, dalgaların devingenliğnden  kaynaklanan harekete karşı kayaların ölüm kadimliğindeki sabitliği. Hücrelerin inanılmaz bir hızla bir çeşit ölüm itkisiyle ilerlemesi  ve kaçınılmaz olanla karşılaşınca ortaya çıkan görünürlük, bedensel tükenmenin karşı konulamaz katılığı…

Film böylesine güçlü bir fikrin etrafında kuruluyor. Bu yönüyle hayat akışının videolardaki gibi hızlandırıldığı bir anlatı ve dil benimsiyor, bir çeşit simülasyon oluyor. Sonradan ortaya çıkabilecek türdeki marazlar kötüleşen psikolojik hastalıklar kaybolan görüş, yaşlılıkla beraber bükülen bedenler, kaybolan güzellikler, büyüyen çocuklar…Bir çok fikir bu fikrin içinden türüyor  , kökleniyor…

Fakat doğrusunu söylemek gerekirse bu fikirlere sadece temas ediyor. Özdüşünümsel olarak sinemanın ve sinemasal anlatının ortaya koyduğu zaman farklılaşmasını ilginç bir şekilde zamanı ve akışı sabit tutarak insanlar üzerinden aktarma yoluna gidiyor. Biz insanlardaki değişiklikler üzerinden bu zamansal farklılaşmayı okuyoruz, hikayeyi dikkate değer kılan hız ve zaman akışı ile ilgili (hızlandırılmış bir hayat simülasyonu ) bir fikirken, anlatıyı ilginç kılan sinemasal anlatı üzerine kurduğu alegori oluyor.

Film bir noktada hikayeyi toparlarken klişelere sığınarak dilini  ne söyleyeceğini bilemeyen bir insanın kekemeliğine bırakıyor.Bu dar alan yine de bazı şeyleri düşünmemize engel olamıyor. Özellikle filmin sonunda ortaya çıkan ve( ilginç bir şekilde kar odaklılıktan ziyade bazılarının son dönemde sıklıkla vurguladığı bir ilerlemecilikle)  insanları birer kobay gibi harcamaktan kaçınmayan ve insanları bu noktada sayısal verilere indiren bir araçşsallaştırmaya tabi tutan ilaç şirketinin insanlık ahlakını ve yaşam hakkını nasıl da çiğnediğini izliyoruz.Bu salgon döneminden tanıdık bir fikri ortaya koyuyor.

Özellikle Agamben’in tabiriyle Ne pahasına olursa olsun kurtarılması zorunlu görülen salt biyolojik varoluş haricinde insanların artık hiçbir şeye inanmaması ve bu inançsızlığın  ve yıkıcı rasyonel reflekslerin tetiklediği biyoiktidarların zamanında filmi ateşi henüz yatışmış ama etkileri artçıları sürecek gibi duran salgın psikolojisyle de okumak mümkün olabilir.

İlginç bir şekilde Andre Garz’ın telafi edici tüketimcilik dediği (yabancılaşmış işçilerin ruhlarını tropik bir plajda tatil yoluyla kurtarması) yönelik dürtüye gönderme yaparcasına, bir plajda kendi bedeninin ölümünü bekleyen ve mutlak şekilde kaybedeceği bir yarışa zamanla giren insanların trajedisini izlerken  izleyici kendini  bedensel varoluşun geçiciliği , yaşlılık ve bekleme ile ilgili düşünceler içinde buluyor.  Bu düşünceler nihayetinde insanı  akışın dışında tutabilen ve zamanı hissedebildiği “an” ların kıymetini hatırlatıyor. Hızla geçmeyen;  ama olası bir yaşlılıkta hızla geçmiş gibi anımsayacağımız hayatı oluşturan o kıymetli “an”ları.

Yorum Bırak

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir