Kongo , Karanlığın Yüreği, Apocalypse Now

Sömürgecilik için, 15. yüzyıl ortalarında Avrupa ülkelerinin, yeni keşfedilen yerlere “Medeniyet” götürme vaadiyle yaptıkları ele geçirme (gasp, hırsızlık)  ya da köleleştirme diyebiliriz. Medeniyet kelimesi ise  TDK’da yer alan tanımına bakacak olursak; Uygarlık demek. Bir başka deyişle, medeniyet bir toplumun tüm kültür, din, sanat, teknoloji gibi unsurlarını kapsayan birikim ve ilerlemesini gösteren bir kavram. Batı ülkeleri özellikle Kristof Kolomb’un Amerika keşfi sonrası, buharlı gemilerle yeni keşiflere çıkmış, verimli toprakları ve o topraklarda yaşayan yerli halkı medenileştirme vaadiyle kullanmışlardır.

Sömürgecilik tarihine kısaca göz atacak olursak; Batının artan ham madde ve iş gücü ihtiyacı üzerine başta Kolomb olmak üzere birçok denizci buharlı gemilerle keşfe çıkmış ve bu seferler Portekiz, İspanya, İtalya, İngiltere, Fransa, Hollanda ve Belçika gibi batılı ülkeler tarafından finanse edilmiştir. 1. Dünya Savaşı zamanında Portekiz’in sömürge imparatorluğu dünyada 3. sırayı almış, Portekizliler ve İspanyollar özellikle Batı Afrika sahillerini ele geçirmişlerdir.  Kongo havzasının Hristiyanlaşması için çalışmışlar ve köle ticaretini uzun yıllar ellerinde tutmuşlardır. Özellikle Amerika’daki Kızılderililerin yok edilmesi, bazıların ağır şartlar altında sayılarının azalması ve kalanların da çalışmamak için direnmeleri nedeniyle ciddi iş gücü kaybı olmuştur. Bu nedenle Afrika’dan Amerika kıtasına getirilen kölelerin sayısı çok daha artmıştır. Köle ticaretleri sayesinde Avrupa XVI. ve XVII. yüzyılda zenginleşmeye başlamıştır.

XIX. yüzyıl başlarında ise Fransa sömürgecilikte öne çıkmış, 1. Dünya Savaşı’na sekiz sömürge ülkeden oluşan birliklerle katılmıştır. Sanayi Devrimi’yle birlikte ham madde ve pazar arayışına giren İngiltere, Asya, Afrika ve bağımsızlık öncesi Amerika’daki sömürgecilik hareketlerini hızlandırmış, XIX. yüzyıl boyunca sömürgecilikten elde ettiği kaynakları sanayileşme için kullanarak büyük ilerleme sağlamıştır.

Sömürgecilik, ekonomik gerekçelerin yanında bir de Hristiyanlık dinini yaymak için bir nevi Haçlı Seferi olarak görülmüştür. Sömürgeci devletler gittikleri ülkelerde İslamiyet’e ve pagan dinlerine karşı savaş açmış, toplulukların önce din ve dillerinin asimile edilmesi için çalışmışlardır. Afrika kıtası tarihsel köklerinden kopartılıp, yerine batı medeniyeti yerleştirilmeye çalışılmıştır. Afrika’daki halkların atalarından miras aldıkları din, dil, edebiyat, sanat ve ticaretin yerine batıya ait değerler konulmak istenmiştir. Ama görülmüştür ki, sömürge süreçleri sonunda bu bölgelerde milli hareketler ortaya çıkmış, birçok milli teşkilat kurulmuş ve özgürlük mücadeleleri verilmeye devam etmiştir.

Burada en can alıcı ve vahşi sömürgecilik ise Belçika kralı II. Leopold tarafından Kongo’da gerçekleştirilmiştir. 1885 yılında Belçika Parlamentosu devletin ismini Bağımsız Kongo Devleti olarak ilan etmiş ve II. Leopold kral olmuştur. II. Leopold’un mülkü olan ülkede bal mumu, kahve, meyveler, fil dişi, mineraller, hurma yağı ve özellikle kauçuk elde edilmiş ve yerli halka çok ağır çalışma koşulları verilmiştir.  Halk yaşam alanlarından çıkartılmış, zorla çalıştırılma ve vergilendirme gibi çok zor şartlarla karşılaşmış, halkın yaşam koşulları kölelikten daha kötü hale gelmiştir. Tahminlere göre halkın yaklaşık %60’ı kötü koşullar nedeniyle ölmüştür. Kongo Devleti 1960 yılında bağımsızlığını ilan etmiştir.

Kongo’dan bahsederken, Joseph Conrad’ın ölümsüz eseri Karanlığın Yüreği ’ne değinmek gerekir. Conrad denizcilik geçmişi olan ve gezip gördüğü yerlerden esinlenerek kitaplar yazan modernizm öncüsü İngiliz bir yazardır. Kongo gezisinden esinlenerek yazdığı bu kitap, orada yaşanan vahşeti ve acıyı tüm yönleri ile ortaya koymuştur. Roman gemi kaptanı Marlow’un Kongo’da bir gemide çalışmak için gitmesi ile başlar. Önceleri heyecan ile çıktığı yol, Kongo’nun karanlık sahillerini, umutsuz ve acı çeken insanlarını ve kontrolsüz şiddetin verdiği vahşiliğini gördükçe dayanılmaz bir hal alır. Fildişi avcıları ve acımasız koşulları, ona kendini ve insanlığı sorgulatır. Özellikle fildişi avcılığında ünlü olan şirket çalışanı Kurtz’a hayranlıkla başlayan merakı, onu bulduğunda bir hayal kırıklığına dönüşür. Aslında Kurtz, Kongo’nun karanlığında kendi karanlığına gömülmüş ve insana dair birçok duyguyu kaybetmiştir. Kurtz temsil ettiği batılı medeniyetlerin bir sureti haline gelmiştir. Ölürken insanlığa duyurduğu son sözler ise gerçeğin acı yanını göstermiştir “ne dehşet, ne dehşet” …

Romanın insana dokunan gerçekçi ve güçlü konusu ünlü yönetmen Francis Ford Coppola’yı da etkilemiş ve 1979 yılında “Apocalypse, now” ismiyle kitabı filme uyarlamış; film birçok ödül kazanmıştır. Beyaz perde de Kurtz’u Marlon Brando canlandırmıştır.

Conrad’ın sözleri ile son noktayı koyacak olursak;

“O kafaların orada olmasının kararlılıkla uzaktan yakından alakası yoktu. O kafalar, Kurtz’un bazı ihtiraslarını tatmin etmekte sınır tanımadığını, içinde birtakım şeylerin eksik kaldığını –acil bir ihtiyaç doğduğunda, o muhteşem hitabet gücüyle altından kalkamadığı ufak bir mesele olduğunu gösteriyordu yalnızca. Bu eksikliğin farkında mıydı Kurtz, bilemiyorum. Sanırım en sonunda idrak etti, ama en sonunda. Fakat vahşi doğa daha erken davranıp onu ele geçirmiş ve bu akıl almaz işgalin intikamını korkunç bir şekilde almıştı. Sanırım doğa kendisiyle ilgili, farkında olmadığı, ancak bu büyük yalnızlık sayesinde kavradığı bazı şeyler fısıldamıştı ona; karşı konulmaz bir büyüleyiciliği vardı bu fısıltının. Çok büyük bir yankı yarattı içinde, çünkü kof bir adamdı Kurtz…” (Conrad, Karanlığın Yüreği,syf 128)

Yorum Bırak

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir