Otobüs Strasburg’dan Sıhhiye’ye doğru dönüyor. Trafik var, sıkışık. Gözüm bir telefon ekranına takılıyor. Tunus Fransa önünde öne geçmiş. Golü kimin attığını sonradan öğreneceğim. Khazri atmış. Ekranları düşünüyorum, örneğin Nice’te bu maçı izleyen bir aileyi. Televizyonlarının başındalar, bu maç onlar için fazla önemli değil. Fransa çıkmış fakat yine de Tunus’tan golü yiyince üzülüyorlar. Diğer yandan Tunus’u düşünüyorum, meydanlarda kahvelerdeki sevinçlerini. Gözleri bir yandan diğer maçı tarıyor. Sonrasında bambaşka bir kıtaya gidiyor düşüncelerim. Avustralya’da golü atmış. Melbourne’de meydanlara çıkmaya hazırlanan kalabalıklar, barlardan, kafelerden dışarı taşıyor bağrışlar, uğultular. Kopenhag’da geçen Avrupa Şampiyonasında Eriksen yerde hayatla ölüm arasında çizgideyken bekleyen, uzun uzun bekleyen sonrasında ise önce umuda sonra başarıya ulaşan Danimarkalıları bu kez biraz buruk hayal ediyorum. Fransızlara gidiyor aklım.1998 senesinde şampiyon oldukları turnuvanın sonrasındaki ilk Turnuvada 2002 ‘de son maçta Danimarka’ya kaybettikleri maça, yıllar öncesine, Zidane’in orta alanda biraz çaresizce Danimarkalı oyuncularla boğuştuğu topla (kendisiyle özdeşleşen ) Marsilya ruleti yapmaya çalıştığı ana gidiyorum. Sonra Marsilya’yı düşünüyorum. Marsilya’da Tunuslu bir aileyi. Kalabalık, evin terasındalar. Önce gole seviniyorlar, Avustralya’nın golü onları buruk bırakıyor.
Otobüsten iniyorum. Hafif bir yağmur, yağacak gibi ama kararsız. Caddede insanlar azalıyor. Geceler uzuyor ve güneş çekilir çekilmez soğuk bir gölge gibi karışıyor insanlar arasına. Kafelerin yanından geçerken ekrandan maçların skoruna bakıyorum duraksayarak. Dünya’ın farklı yerlerinde milyonlarca insanın aynı şeye baktığını düşünüyorum, şaşırıyorum. Yıllar öncesine gidiyor aklım yine tüplü televizyonlara, hatta öncesine, siyah beyaz ekranlara.1998’in açılış maçına, İskoçların kendi kalesine attığı gol sonrası spikerin radyoda yükselen sesi, camdan avluda koruk turşusu hazırlıklarına bakıyorum. Televizyon bozuk, elektrikle ilgili bir şey yine ama tam olarak ne olduğunu hatırlamıyorum.
Yağmur başlıyor evin olduğu sokağa giriyorum. Telefon ekranına maçların bittiğine dair bir haber görüntüsü düşüyor.

Messi 2014’te kupanın önünden geçerken boynunu büktü. Bugün o pırıltılı günlerinden eser kalmamış Goetze’nin yaptığını yapabilse onunla ilgili ne söylerlerdi bilemeyiz. Fakat bu kez önlerinde kuranın getirdiği bir avantaj var ve Suudilerden başlangıçta yedikleri tokat onlar için bir uyarıcı olmuş gibi. Polonya’nın durumunu da bir fotoğraf özetliyor, Levandovski Messi’yi durdurmak için faul yapıyor ısrarla ve sonrasında Messi’nin gönlünü almak istediğinde Messi onu görmezden geliyor.
Diğer yanda Meksika ikinci yarıda iki gol atmış ve bir üçüncüsü için çırpınıp duruyor. Televizyonda ve ekranının yanında açılan tablette iki maç bir Meksika kaçırıyor bir Arjantin ve maçın sonuna doğru Arjantinli oyucunlar top çevirmeye başlıyor. Aklıma Maradona geliyor. Meksika da meksikalı taraftarların dünya kupası olduğunda Arjantinlileri desteklediği tezahüratları izlediğim bir video, Hollanda ile karşılaşabilme ihtimalleri,98’deki maçta Berkamp’ın attığı gol, o takımdaki Ortega, Ortega’nın köyündeki çocuklarla maç yapıp sakatlanması. Görüntüler zihnimde yanıp yanıp sönüyor. Suudiler Meksika’yı umutsuzluğa düşüren golü attıklarında 2018’de Ruslar farklı kazandığında Putin ve Suud Kral’ının ekranlara yansıyan görüntüsü, Meksika dalgaları ,ölüler günü…Arjantin top çeviriyor Polonya karşısında ve kaçan bir de penaltı var ilk yarıda. Meksika goller kaçırıyor ve sonunda golü kalesinde görüyor. Maçlar bitiyor.

Arapların El-Mağrib, dediği İspanyolların İngilizlerin ve Fransızların Marrucoes, Morroco, Maroc diye türettikleri yerli kadim halkını yada Marekeş şehrini söyledikleri ülkeye biz Fas demişiz. Ne zaman Fas ile ilgili bir konu açılsa birileri hep bunu sorar ortamlarda. Açıkçası ben de bilmezdim sebebini ve ilgilenmezdim. Bizimkilerin de Fez şehrinden sebep Fas dediklerini öğrendim.
-Fes ile ilgisi var mı ,bilemedim dedi pastanedeki adam.
–Fesler orada yapılıyormuş dedi öteki.
Fas yani Mağrib , deyimlere konu olan Mağribi.Birde bir şiir var akılda kalan ; Akif’in şehitler için yazdığı
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Mağribi yani günbatımını. En batıdaki yer Fas. En batıda olan, güneşin battığı.
Kuşkusuz Fas ile ilgili bir çok hatıra var.Jarmush’un “Sadece aşıklar hayatta kalır” filminde Yasmine Hamdan’ın söylediği Hal parçası geliyor aklıma. Casablanka şehri, herşeyin Mavi olduğu Şafşavan şehri,[1] Tanca ve Canetti’nin dilinden okuduğumuz Marakeş ve sesleri…Ve az kişinin bildiği Orchestra Chekara Flamenca ve şarkıları…

Fas Kanada önünde iki gol buluyor ve rahatlıyor.Derken bir gol yiyor ve içgüdüsel olarak durumu korumaya gidiyor oyuncular.Yukarıdaki Fas şehirlerinden hernagi birinde heyecanla bekliyor Faslılar.Ve stattakiler ekrana yansıyan yüzlerinde biraz sonra koparacakları sevincin dizginlerini zapt ediyorlar tedirginlik kementleriyle.
Diğer yandan altın jenerasyon Belçika Fas’a kaybetmiş ama Hırvatistan’ı yenmek istiyor. Maçın başında kendi görüntüsünü ekranda görünce Hazard ve Lukaku gülüşüyorlar. Lukaku’nun Avrupa şampiyonasındaki durdurulamaz hali geliyor gözümün önüne Belçika’nın Rusları 3-0 yendiği maçta Lukaku golden sonra kameraya koşup İnter’den arkadaşı ve bu sabahın kaybedeni Eriksen için şöyle diyordu:
-Chris, Chris. Stay Stronge.
Lukaku oyuna giriyor ve goller kaçırıyor. Ama ne goller. Spiker diyor ki roman yazılır üzerine. Şeytan kılığına girmiş şeytanını dışarı vurmuş Belçikalılar Afrika ile ilgili kötü şöhretleri ve kabahatleriyle tribünde ve televizyon başında bir büyü ile büyülenmiş gibi izliyorlar Lukaku’yu ve Lukaku o büyünün etkisindeymiş gibi kaçırıyor golleri.
Maç bitiyor. Lukaku usta bir golcünün Thiery Henry’nin yanında dökülüyor, gözyaşlarını tutamıyor, ağlıyor. Belçika eleniyor, altın jenerasyonun sonu diyor yorumcular, Hırvatlar ise ayaktalar ve bir sonraki turdaki rakiplerini bekliyorlar.

*** *** ***
Trajedi gece de devam ediyor. Almanlar öne geçiyor, sonra da İspanyollar öne geçiyor. Devreye gidildiğinde muhtemelen sonuçların böyle olacağı Almanların bir gol daha bulup turlayacaklarını düşünüyor, stattaki Almanlar bu durumun rahatlığında ve bir çok kişi onlarla aynı düşünceleri paylaşıyor. Sonra bir şeyler oluyor, ardı ardına gelen haberler, taraftarların yüzü düşüyor. Japonlar İspanyollar karşısında iki gol buluyor. Hele bir ikici gol var ki tıpkı Almanya maçında attıkları gol gibi olmaz bir gol, aynı topa hareket eden iki oyuncu ve Kung-Fu filmlerinde görebileceğimiz çeviklikte bir hareket ve inat top çizgiyi geçti mi geçmedi mi bakışları içinde kaleci Simon’u geçiyor ve Japon oyuncu topu kaleye itiyor.
Hikaye devam ediyor. Almanlar bir gol daha yiyorlar. Bu durumda birkaç dakikalığına da olsa İspanya ve Almanya Kosta Rika ve Japonya’nın gerisinde kalıyor. Almanlar bırakmıyor goller kaçırıyorlar, goller atıyorlar, nihayetinde 4-2’ye getiriyorlar. İspanyollar ise etkili oyunlarından uzak tıpkı akşamki Arjantinliler gibi skoru umursamazca isteksiz görünüyorlar. Maç bitiyor, Japonlar kazanıyor. 1982’de oynanan ve detaylarını sonradan öğrendiğim Cezayir –Almanya maçı geliyor aklıma.[2] Bir de Almanların 7 gol attığı maçtan sonra elinde kupayla ağlayan Brezilyalı adamın görüntüsü.
Almanlar kazanmıştır ama aslında kaybetmişlerdir. Bir arkadaşımla konuşurken (koplo uzmanlarından biri!) şöyle bir şey der.
-İspanyolların averajı iyi. Bu yüzden bilerek yaptılar.
-Ama Kosta Rika kazansa eleniyorlardı.
-İlk golü bilerek yediler. İkinci gol ise normal bir gol değildi. Beklemedikleri birşeydi. Diğer maçın skoru onların istediği yöne geçince son 1o dakika iyice bıraktılar. Kaçırdıkları golü görmedin mi?
Japonların ikinci golü hakikaten enteresandır. Futbol maçlarını izleyen biri olarak çok nadiren görülebilecek bir andı. Kenara giden öyle bir topa hem de biri hareket etmişken diğerinin de ( Kaoru Mitoma ) sanki hiç o yokmuşçasına hareket edip inatla topu çıkarmaya çalışması (çizgi teknolojisinin geçmediğine hükmettiği bir biçimde ve ayağını bükerek) topu içeri çevirebilmesi… Almanya maçında da Takumi Asano’nun inatla (Schlotterbec’in omuz darbelerine ve Neuer’in açıyı kapatmasına rağmen )topu takip etmesi ve iğne deliğinden geçecek bir vuruş yapması da…İki harekette de bir inanç söz konusuydu. Hareketlerin yapılabileceğine olan inanç. Tıpkı Tsubasa çizgi filminde olduğu gibi.[3]

[1] Kimisi bunun akrepler karşı yapılmış bir şey olduğunu söyler.Anadoluda kullanılan kireçtede mavi boya konur,bu sayede akreplere alev yanılsaması verilir.Öyle derler.
[2] Batı Almanya, Avusturya, Cezayir ve Şili’nin yer aldığı Grup’ta Cezayir, ilk maçta Almanya’yı 2-1. Cezayir, bu maçtan bir gün önce Şili karşısında galip gelir ve gruptaki son maçı Batı Almanya ile Avusturya oynayacaktır.. Batı Almanya’nın Avusturya’yı 1-0 ya da 2-0 yenmesi hâlinde, Batı Almanya ve Avusturya averajla Cezayir’in üzerinde yer alacak ve Cezayir elenecektei. Batı Almanya’nın 3 fak ve üzeri atarsa Avusturya elenecek maçın berabere ya da Avusturya galibiyetiyle biterse batı Almanya elenecektir. Almanya maçın 10’uncu dakikasında öne geçer ve bu dakikadan sonrası iki takım oyuncularının topa amaçsızca vurdukları görülür. Topun hakimiyetini elinde bulunduran paslaşıp kaleciye topu atarlar.Geri pası kuralı yoktur henüz.. Bunun dışında maç kimsenin olmadığı boş bölgelere atılan uzun toplarla geçti ve başka ciddi bir gol pozisyonu olmadan maç biter ve Cezayir elenir.
[3] https://indianexpress.com/article/sports/football/how-a-japanese-manga-and-anime-blue-lock-and-captain-tsubasa-mirror-japans-great-win-over-germany-at-the-world-cup-8286088/