Mart ayında vizyona giren “Bergen” filmi konservatuvarlı Belgin’ in acıların kadını olarak bir arabesk şarkıcısı Bergen’ e dönüşmesini etkileyici bir şekilde anlatıyor. [1]Filmi vizyona girdiği günden bu yana izlemek istiyor fakat bir türlü fırsat bulamıyordum. En sonunda izleyebildim. İzlediğim andan itibaren etkisi altında olduğum filmde öncelikle; senaryo yazarları Mehmet Binay ve M. Caner Alper’ in ve senaristler Yıldız Bayazıt ve Sema Kaygusuz’ un başarıları hemen fark ediliyor. Filmde Bergen’ in acılarının sömürülmemesi, ajitasyona meyledilmemesi, şiddet sahnelerinin buzlu camda verilmesi ve hatta gözünün dağlanması sahnesinin bile izlenme sayısı kaygısı taşımadan abartıdan uzak sahnelenişi filmin duygusunu çoğaltmış ve Bergen’ e olan özeni göstermiş.
Erdal Beşikçioğlu’ nun oyunculuğu gerçekten izlenmeye değerdi. Empati ve merhamet yoksunu, acımasız bir karakteri tüm detaylarıyla başarılı bir şekilde oynuyor. Bergen’ i öldüren kişinin katil olduğunu seyirci hiç aklından çıkarmıyor. Katili; aşık bir adama çevirmeden, romantize etmeden, şiddeti sevgi kılıfına sokmadan ortaya koyuyor. Katilin iki yüzlüğünü ve sahteliğini o kadar iyi yansıtmış ki kendisini alkışlamak gerek. Farah Zeynep Abdullah sesi ve oyunculuğu ile etkiliyor. Ayrıca; filmde dansöz Nadire karakteriyle kültürel çelişkileri ortaya koyarak çok başarılı oyunculuk sunan Nergis Öztürk’ü de tebrik etmek gerekir diye düşünüyorum.
Filmde benim için en etkileyici sahneler ise, hayattaki en büyük tutkusu şarkı söylemek olan Bergen’ in, “ben, bir tek şarkı söylerken utanmadım” dediği ve yine Bergen’ in, konser sırasında sahnedeyken, Kocası Halis’in gönderttiği bir adam tarafından bıçaklandıktan sonra “Ölümden korksaydım Bergen olamazdım” diyerek şarkı söylemeye devam ettiği sahneler oldu.
Konservatuarı birincilikle kazanan, yetenekli bir genç kızın çocukluk travmalarını, müzik tutkusunu, küçük yaşta başlayan meslek hayatı ve en sonunda Adana’da bir gazinoda değişen, caz müzikten arabeske uzanan dramatik, kısacık ama dolu dolu bir hayatı anlatırken Bergen’i hep önde tutarak seyirciye ulaştırması, bu etkileyici ve sürükleyici filmi çok başarılı yapmaya yetiyor.

Bu başarılı, anlatımı naif filmin bana bıraktıkları ise;
Babası tarafından dolaylı olarak terk edilmiş, bir yanı hep eksik, duygusal küçük bir kız çocuğunun hayalleri,
Bu kız çocuğunun büyüdükçe sevilmek, kabul görmek için hayallerinden vazgeçmesi,
Vazgeçtiği hayallerinin hayatta kendisinin birey olarak var olmasını sağlayan “şeyler” olduğunu anladığında kendini var edebilmek için verdiği mücadele,
Bu öyle bir mücadele ki, yaşarken bir an bile huzur vermeyen, “öte dünyaya kaçsa kemiklerini saya saya alırım” diyen bir katilin öldüğünde bile bitmek bilmeyen zulmünden, kemikleri korunabilsin diye demirden bir kafesin içinde kalan bir kadının hikayesi.
Özetle bir insanın “var olma” mücadelesi kaldı bende!
Filmin sonunda Hz. Mevlana’ nın sözü aklıma geldi. “Sen uzattığın eli tutmayan ele mi dargınsın, yoksa onu tutmayacak birine uzattığın için kendine mi kızgınsın? Bergen, katili olan eşiyle ilişkisinde hangisini düşünüyordu acaba?
Her şeye rağmen öldürüldüğünde henüz 30 yaşında olan Bergen’ in, 30 yıllık hayatına sekiz albüm, 120’yi aşkın şarkı sığdırması olağan üstü. Unutulmaz şarkılarını bizlere hatıra bıraktı. Bir konuşmasında “benim şarkılarımı dinleyin ama bana üzülmeyin” diyor. Biz sana üzülmüyoruz. Senin bu hayatta kendin olarak var olma şansını elinden zorla almak isteyen, gün yüzü göstermeyen katiline üzülüyoruz. Seni ise, şarkılarınla bizde yaşattığı duygular ile hayranlıkla, sevgiyle anıyoruz.
[1] Filmin başrol oyuncuları Farah Zeynep Abdullah, Erdal Beşikçioğlu ve Tilbe Saran; yönetmenleri Mehmet Binay ve M. Caner Alper; senaristleri ise; Yıldız Bayazıt ve Sema Kaygusuz.
Çok yalın, sade ama içten bir anlatım olmuş. Ayrıca tespitler çok yerinde ve naifçe ifade edilmiş. Emeğinize, yüreğinize sağlık.
Seviye Hanım merhaba; öncelikle kaleminize sağlık.. Film hakkında bütün söylenecek ne varsa yorum olarak kaleme dökmüşsünüz. Anlatımınız yalın, sade ve sıkmayışı filmi izlemeyenleri merak ettirip hemen ekran başına geçmek için teşvik edici. “Düşünmenin en iyi yolu, yazmaktır. Pascal Quignard ” ‘dan yola çıkarak bizimle düşüncelerinizi yazıya döküp paylaştığınız için teşekkür ederim. Sevgiyle kalın…..