- Sinema ile ilişkinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Sizin bir izleyici olarak sevdiğiniz filmler, yönetmenler hangileridir?
Krzysztof Kieslowski’nin filmlerinin içinden çok çıkmak istemediğimi söyleyebilirim. Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerinde de kendimi bazı sahnelerin içinde bir köşeye koyabiliyorum ve oradan izliyorum filmi. Bir de gerçekliği sorgulatan, quantum fiziğinin altta işlediği bilim kurgu-fantastik filmleri ilgimi çekiyor. Hala Matrix I, Inception, Interstellar gibi filmleri izlemeyi seviyorum. Yapay zeka ve doğa hattını işleyen Annihilation güzeldi yakınlarda seyrettiğim. İnanılmaz ince işçiliğiyle, hayal gücümü zorlayan ve bıkmadan usanmadan izleyebileceğim Miyazaki’nin filmlerini de anmalıyım.

- Bir okur olarak edebiyatla ilişkinizden bahseder misiniz? (Sevdiğiniz türler, kitaplar, yazarlar)
İyi bir okur olmak, aynı kitapları tekrar tekrar okumaktan geçiyor sanırım. Sait Faik benim için öyle. Tomris Uyar, Adalet Ağaoğlu ve Yaşar Kemal de. Öykü kitapları okumayı roman okumaya tercih ediyorum. Eğilimim hep daha kısa ve daha yoğundan yana. Şiiri de bu yüzden ve elbette seviyorum. Hilmi Yavuz’un bütün şiirleri başucu kitabım. Günümüz yazarlarından Faruk Duman’ın romanlarını dilini öykü ve şiir diline yakın bulduğum için severek okuyorum.

Son zamanlarda keşfettiğim yabancı yazarlardan İspanyol Samanta Schweblin ve Christian Bobin’den bahsedebilirim. Denemelerin de öyküye yakın olanını seviyorum, Meltem Gürle’nin Kırmızı Kazak’taki denemeleri samimiyetiyle sarıp sarmalıyor. Bir de çalıştığım konular dil üzerine yoğunlaştığı için Derrida’yı, Wittgenstein’ı anlamaya uğraştığımdan söz edebilirim. Ahmet Haşim, Ahmet Hamdi Tanpınar, Refik Halit Karay yine şu günlerde daha çok denemeleriyle gündemimde.

- Çocukça Bir Direniş kitabınızdaki öyküleri okurken özellikle görsel öğeler ve sinematografik anlatı dikkat çekici. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Öykü yazarken zihnimde beliren sahneleri kelimelere ve cümlelere dökmeye çalışıyorum. Hayalimde, içimde canlanan o anlar zaten bir film karesi gibi. Yazarken orada olup bitenleri, renkleri, havayı; insanlar, hayvanlar ve doğa arasındaki geçişleri kelimelere geçirmeye çalışıyorum. Filmlerde karakterlerin oyunculuğuyla, müzikle izleyene akseden duyguları aktarmak ise işin en zor kısmı. Anlatmak istediğim, hayalimdeki sahnelerde uçuşan duyguları sadece kelimenin ve cümlenin maharetiyle anlatmaya çalışıyorum. Işık yok, müzik yok, efekt yok, sadece dil’in gücüyle okura geçmesini istediğim duyguyu önce metin içinde doğurmalı öykü bittiğinde o yavru duyguyu okurun kucağına bırakmalıyım ki okurla birlikte ve okurda büyüsün.
- Kitabınız su’ya dair öykülerle başlıyor. Denize, ummana dalan birini görüyoruz. Kitap bizi derinliklere davet ediyor. Sizin hikayelerinizi topladığınız bu denizde suyun kaynağı nedir?
Suyun kaynağı anne rahmi olabilir diye düşünüyorum. Derine giden su geriye beni anne rahmine götürüyor. Ama bir yandan da deniz arketipinin baba’yı temsil ettiğini yenilerde öğrendim. Anneye gittiğini düşünürken aslında baba’ya akıyormuş bütün sular. Bu yüzden ben de tam olarak bilmiyorum. Bu benim bilinçdışımda olup bitenlerle ilgili olmalı. Sonuçta hepimiz bir anne ve babadan geldik, bir çoğumuzun içinde kaynağa gitme arzusu canlı bir şekilde kımıldıyor. Ne kadar uzağa gittiğimizi sansak da eninde sonunda kaynağımıza dönüyoruz.
- Eklemek istedikleriniz nelerdir?
Bazen yazdıklarımızla aramıza çok mesafe giriyor ve yazdıklarımı hala birileri görüyor mu okuyor mu sorusu bu mesafeyi daha da açıyor. Sizin söyleşiniz biraz böyle bir zamanda geldi. Öykülerimi okuduğunuz, üzerine düşünüp sorularınızı yönelttiğiniz için teşekkür ederim.