İdeoloji temelde bir fikrin tün hayata tezahürüyle ön olana çıkarken, neredeyse her zaman bir ütopya vadetmektedir. Buna karşın ütopya özünde bir karşıtlığı değil, birliği vadeder. Ütopyanın olduğu yerde düşmanlıkta yoktur; oysa ideoloji, birlikteliği her zaman bir karşıt, bir düşman üzere kurar. Child 44 uyarlandığı kitabını, tün geniş çerçevesini sinema zamanına uyarlarken; yine bir ideoloji üzerinden evrenini şekillendiriyor. Anglo-Sakson batının yâda daha geniş bir çerçeve çizersek Rusya’nın olmadığı 2.dünya savaşı galibi toplumlarda ve düşüncede ortaya çıkan ideoloji uzak dönemin sıcak düşmanı Nazilerle yakın dönemin soğuk düşmanı komünist Sovyetleri bir kötülük üzerinden aynı paydaya getiriyor.
2.dünya Savaşı sonrası baskıcı ve paranoya halinde debelenen Stalin ve rejimi, bir yandan ideolojiyi çok katı enstrümanlarla dikte ederken; öte yandan benzerine dünyanın farklı zamanlarında ve farklı yerlerinde sıkça rastladığımız ütopyayı dillendiriyor. Rejime göre Sovyet Rusya’sı o kadar ideal bir yönetim altındaki bu sistem bünyesinden katilleri hele de seri katilleri asla çıkarmaz, seri katil batı medeniyetinin ürünüdür. Bu fikrin eleştirisinin filmi izleğinin temeline yerleştirildiğini unutmadan, aynı zamanda filmin oldukça uzun sayılacak süresi boyunca bir Sovyet Rusya eleştirisine de dönüştüğünü belirtmek gerekir. Film Sovyet Rusya’yı temelde adalet, istihbarat sistemi, polis teşkilatı ve gelişmişlik gibi konular üzerinden ince ince dilimlerken; öte yandan da katilin profilini post tramvatik savaş sendromu üzerinden Nazi mezalimine bağlayarak iki düşmanı aynı paydaya iliştiriyor ve oldukça yüzeysel ve klişe eleştirilerle Sovyet dönemi ile ilgili -yanlı olduğunu gizlemeyen- bir imaj ortaya koyuyor.
Bir kitap uyarlamasının sinema zamanına uyumunun zorluğu ve konuyu yansıtma biçiminde belirginleşen subjektif tavra karşı, oyunculukları ve konunun enteresanlığı filmi seyirlik seviyesinde tutmaya yetiyor. Filmin arka planında işleyen aklın bir ideolojik yansıma olarak önerdiği ütopya da burada yatıyor. Sinema, yani o büyülü fener, Hollywood’un geleneksel ve retorik dogmalarının arka planında yer alan ideolojik bakış açısından türeyen bir ütopya oluşturuyor. Sinema bu hâkim ideoloji açısından tarihin ve toplumun istenildiği (Hollywood’un istediği) gibi gösterildiği bir ütopya alanı oluşturuyor.