Buz kandilleri yani sarkıtlar, dışardan baktığınızda soğuk şehirlerin çatılarında, bozkırın ayazında, ayın şavkında, birbirine benzeyen ve parıldayan halleriyle, romantik halleriyle asılı dururlar. Fakat o donmuş halin içinde, tüm bu benzerliklere rağmen hepsi birbirinden farklıdır. Sertlikleri şekilleri farklı farklıdır. Kimi, içinde karlardan süzüleni, yağmur suyunu dondurmuştur, kimisinin de – belki de çoğunun- içinde, bu temiz olanla birlikte donmuş kir ve pislik vardır. Bunu ancak yakından bakınca görebilirsiniz.
Bozkurt hikâyelerinde bu sarkıtlara, kandillere yakından bakar. Sıradan gibi gözüken hayatları biraz kazıdıkça büyük utançları, cürümleri, yabanilikleri, çaresizlikleri, suçu ,günahı, ihaneti görürüz. Fakat tüm bu görüş hali ortaya çıkış değildir; görünmedir. İnsanlar t olaylara rağmen, kimi zaman kendi cürümleri, tüm sapkınlıkları ve zalimlikleriyle; kimi zamansa içinde kaldıkları, içinde dondukları utançlarıyla devam ederler. Hikâyeler bir anlatı tercihi olarak onları bırakır, başka bir sarkıtta ne olduğuna bakmaya götürür okuyucuyu… Şans öyküsünde düzenli hayatının içinde bir anda beliren kötücül fırsata atlayan adam, ya da sığırcıklarda yaşar Kemal’in kuş yakalayan çocukları hatırlatan çocukların haleti ruhiyesi… Ve bir ömrü uzatabilmek için uzun ömrün simgesi kaplumbağanın peşinde dolaşan çocukların hikâyesi

Öykülerin sonunda okuyucunun hissettiği o mesafe ve soğukluk, sarkıtların soğukluğu ve sertliğinden değil , olağan gözükenin içinde birdenbire beliren ,yada doğru ifade edersek gözüken haller ve olaylarla ilgilidir Gözükürler ve yazar bakışımızı başka bir yöne çevirerek öyküyü tamamlar. Bir diğer öyküye yönlendirir bizi. Nihayetinde kaplumbağanın hala o bahçede olduğunu biliriz ve çöpün atılmak için sabahı bekleyeceğini ve sığırcıklardan sonraki akşam yemeğini tahmin edebiliriz. Öykülerde okuduğunuz karakterler belki daha yazılmamış benzerleriyle bir yerlerde başka bir zaman alanında yaşamaya devam ederler.
