“ Tüm Katiller Cezalandırılır, Trampet Sesleri Eşliğinde Toplulukları Öldürmemişlerse “
Voltaire
1967 yılında -o dönem birçok coğrafya da yaşandığı gibi- iki kutuplu dünyanın muktedir ülkeleri, kendilerine ait olmayan bir coğrafyada güç mücadelesine giriştiler. Endonezya bağımsızlık hareketinde yer alan ve ilk başkanı olan Sukarno yönetiminde bağımsızlık düşüncesi içinde yer almıştı. Endonezya bu soğuk savaşın iki kutuplu dünyasında herhangi bir kutupta yer almama ana düşüncesiyle Bağlantısızlar Hareketi’nin de öncüllerinden olmuştu. İlk olarak 18-24 Nisan 1955 tarihlerinde Endonezya’nın Bandung kentinde toplanan ve bağlantısızlar hareketinin temellerinin atıldığı toplantıda üçüncü dünya ülkeleri diye tabir edilen Afrika’nın ve Asya’nın zayıf ülkeleri, bağımsızlığını yeni kazanmış ülkeler yer alıyordu. Bağlantısızlar birkaç kez daha toplansalar da fikrin fiili olarak hayata geçmesi gerçekleşmedi. Sukarno, Sovyet Bloğuyla, Kremlinle yakın ilişkiler geliştirdi. Vietnam’ın durumu ortadaydı. Endonezya’nın kaybı, ABD emperyalizmi için tüm Güneydoğu Asya’yı kaybetmek ve hatta Hindistan hâkimiyetinin kaybına yol açılabilecekti. Bu kabul edilemez bir şeydi ve envaı çeşidini dünyanın her yerinde gördüğümüz bir darbe tertiplendi.
Böyle bir giriş ne kadar tanıdık geliyor. Dünyada örneğine çok rastladığımız bir hikâye bu. İnsanda daha önce yaşamışlık duygusu uyandıran bir hikâye. Deja Vu zihinsel olarak belleğimizin bir oyunu gibi gelen daha önce yaşadığımızı düşündüğümüz ama yaşamadığımız bir andır. Deja Vu sinir uçlarında milisaniye ile ölçülebilecek bir sapma sonucu ortaya çıkar. Zihin tüm algıları, halleri ve oluşları bir kronoloji içinde ortaya dökmektedir. Bazen bu etiketleme işi başarısız olur. Böylece insan kendini bir an’ın içinde bulur. Sanki daha önce yaşamış gibi. Tarih değişir, coğrafya değişir ama insan değişmez. Deja Vu’nun kitabi tanımıyla açıklayamadığımız bir “Deja Vu” halidir Endonezya’da yaşananlar. Daha sonrasında da ve daha öncesinde de farklı coğrafya ve dillerde, farklı topraklarda yaşandı. Maalesef yaşanmaya devam ediyor da.
Yaşananların yarım asır sonrasında Joshua Oppenheimer olay mahaline gider ve yukarıda anlattığımız tarihsel bağlamı dışında Endonezya’da bu tertip sonrasında yaşananları anlatmaya koyuluyor. Yaşanan tüyler ürpertici hadiseler maktüllerin gözünden ya da tanıkların şehadetinde değil bizzat katillerin canlandırmasıyla aktarılmaktadır. Act of Killing (2012) filmini benzerlerinden ayrıştıran da bu olmaktadır.
Emperyalist müdahale sonrası yaklaşık beş yüz bin insanın öldüğü, bir o kadarının cinsel ve ağır fiziksel araza maruz bırakıldığı bu olayları faillerden birinin hikâyesi gibi izler seyirci. Sinema Fedaisi, yerel gangster Anwar Congo’nun gözünden yaşananları dinleriz. Congo, bazen dans eder filmde; birkaç kere olay mahalline gidip cinayetleri nasıl işlediğinden bahseder. Bu canlandırmanın filmini çekiyorlardır. Congo sinemada izleyip özdeşleştiği Hollywood’un gangsterlerini taklit ettiğini söylemekten çekinmez. Çete arkadaşlarından bazıları işledikleri cinsel suçlardan bahsetmekten kendini alamaz, bazıları yaptıklarıyla barışık olduğunun altını çizer. Oppenheimer’in kamerasından bir çeşit bellek yitimine inanmamızı isterler. Fiili olarak insanı dehşete düşürecek şiddet ve zülüm yaşanmıştır. Fakat failler bunu bir filmi anlatır gibi anlatırlar. Gerçeklik zeminleri bu anlamda kaymıştır. Bu dehşet sanki hiç yaşanmamış gibi anlatılmaktadır. İnsanlar gerçeği bilse de bir çeşit Jamais Vu yaşıyor gibidir. Yaşanmış bir anının hiç yaşanmamış gibi olduğu yalanına inandırırlar kendilerini. Fransızca bir kelimedir Jamais Vu ve Deja Vu’nun zıddıdır. Anlamı “hiç görmedim” demektir.
Dünyanın geride kalanı da aynı görüştedir. Hiç görmemiştir. Son birkaç asır Latin Amerika’da Afrika’da, Arakan’da ya da Filistinde, Suriye’de ve Bosna’da, Arakan’da, bağlantısızların ülkelerinde, yani üçüncü dünyada, dünyanın geri kalanında yaşanan vahşet görülmeye değer değildir. Kimse bunları görmüyor, ya da gözlerini yummayı tercih ediyordur. Jamais Vu halindedir dünyanın geri kalanı. Sanki tüm bu olaylar hiç yaşanmamıştır.
Filmin proloğunda sahte film çekiminde bir balığın karnından çıkan danseden şempazelere benzeyen tiplerden gülmesini istemektedir yönetmen.” Gülün kamera sizi üzgünken yakalamasın” der. Oppenheimer özdüşünümsel olarak kendi tavrını eleştirir gibidir. Tarihsel bağlamı ve yaşanan acılara dair bir şey görmediğimiz filmde katillerin gülen suratları dönüp durmaktadır. Anwar Congo nihayetinde bu kuralın da dışına çıkmıştır. Kâbuslar görmektedir. Kâbuslarında kafasını kestiği bir adamın açıkgözlerinin bakışlarından bahseder filmde.Gülen zıplayan-hoplayan, Hollywood gansterleri gibi rol kesen Anwar Congo, gözyaşlarını tutamaz. Öteki’nin bakışıyla karşılaşmıştır. Öteki’nin bakışında nasıl bir canavara dönüştüğünü görmüştür. Film Voltaire’in “ Tüm Katiller Cezalandırılır, Trampet Sesleri Eşliğinde Toplulukları Öldürmemişlerse “ sözüyle açılmıştır. Congo trampetler eşliğinde onlarca cinayet işleyenlerden biridir, fakat yaptıklarının cezasız kalmayacağını düşünmektedir. ( Tabi dünyanın geri kalanı Jamais Vu duygusundan kurtulup, delalet uykusundan uyanırsa )