Crimes of the Future: Bodyhorror Penceresinden bir Distopya

Distopik sinemada karşımıza çıkan ilk isimlerden biri David Cronenberg’dir. Gençliğinde yazdığı ve sonrasında yayımlanan karanlık hikayeleriyle edebiyat alanında adım atmış, devamında bodyhorror, bedensel dönüşüm ve teknoloji ile vücut uzuvlarının harmanlanışı hakkında birçok yapım ortaya çıkarmıştır. Bodyhorror fikrinin bir nevi öncüsü olmuş olup, filmlerinde bu olguyu fütürizm ile birleştirerek distopik filmler oluşturmuştur. Çoğu sinemacının aksine romantizm, his veya duyguların dolayısıyla değil, görsellikle; gerilim, korku gibi unsurları karşımıza çıkarmıştır. Bilinen vücut tasvirlerinin standart çizgisinden çıkarak sinemaya farklı ve ürkütücü bir mizansen kazandırmıştır. 

Crimes of the Future, -Türkçe anlamlandırılmasıyla Müstakbel Suçlar- diğer Cronenberg filmleri gibi organik bedenin in-organik ögelerle karşılaşmasını ve bütünlük kazandırmaya çalışmasını bize anlatır. Vücut mekanizmasının, salt haliyle değil de vücut-dışı parçalarla bütünleşip devam edeceği bir zamana götürür. Bu distopya da beden kendisiyle bir beden olarak bizimle değil, vücut sistemine eklenen eklentilerle ve bu eklentiyle olan uyum ile karşımıza bir beden gerçekliği çıkarır. Fütürizm’in geçmişe olan soğukluğu, geleceğe umutlu bir bakış getirirken, Cronenberg bu fütüristtik bakışı transhümanizm ile geleceğe karşı cüretkar ve suçlu bir hissiyat olarak ortaya koyar. 

Film, insanoğlunun acı ve hazzı eskisi gibi yaşayamadığı, hislerin ve bedenin donuklaştığı bir gelecek ve bu gelecekte bedenin farklı ve ürkütücü mutasyonlar ile başkalaşım geçirdiği bir zamana götürür. İnsan bedeninin değeri en aza indirgenmiştir. Vücut uzuvları üzerinden duygusal bağlam kurulurken artık bu duyguları görsel anlatıma ve insanı ürküten bir heyecana dönüştürür. 

‘Hızlandırılmış Evrim Sendromu’ olarak bilinen vücudun fazla organ geliştirmesine bağlı bir hastalığa sahip performans sanatçısı Saul Tenser, cerrah partneri Caprice ile Tenser’ın hastalığına farklı bir yönden değerlendirerek vücuttaki olağanüstü durumları sergileyecek bir sanat icra ederler. Değişen ve gelişen dünyada; beden, haz, his ve sanat fikirleri de başkalaşıma uğramıştır. Bulunan atmosfer yıkık bir coğrafyada, her şeyin tüketimiyle sekteye uğramış tabiat ve bütünüyle pas ve kire dönüşmüş yapılar mevcuttur. Bu sebeple beden ve hislerin başkalaşımının bir dışavurumu olarak görünür. İnsan ekseninden uzaklaştıkça, mutasyonlarla farklılaştıkça dünyada ki düzende peşi sıra değişime uğrar ve ekseninden ayrılır. 

Vücudun bu denli suistimal edilmesi, bedenin benliğine verdiği ceza, oldukça organik olan insan ve doğanın anlamını kaybettiği bu noktadaki sanat kaygısı ve bu sanatın özden ayılarak -hem de beden üzerinden – yapay ve estetik bir kaygı taşımadan gerçekleşmesi dehşet duygusu yaratmaktadır. Bu ‘yeni sentetik insan’ modeli, bulundukları distopyada kabul görmez. Başta acının en aza indirgenmesi ve bulaşıcı hastalıkların olmaması seyirciyi cezbetse de bedenin bize verdikleri kadar aldıkları olduğu gerçeğini de su üzerine çıkarır. Uyumak ve yemek yiyebilmek için bile makinelere ihtiyaç duyan bu tür insan kavramının dışına çıkmıştır.

Aslında film modern sanata ve sanatçıya karşı da ağır bir yorum içerir; ‘sanat, estetikten uzak insanın dışavurumu mudur, yoksa estetik kaygılarla bezediği bir olgu mudur?’ Beden üzerinden ameliyat ile yapılan bu performans sanatı günümüzün güzellik ölçüleri, insan bedeninin metalaştırılması gibi konular üzerinde düşünmeye teşvik eder.

Film, sonunda yemek yemek için özel bir makineye ihtiyaç duyan Tenser’ın sentetik gıda ile beslenirken ki acziyetini bize histerik bir şekilde sunar. Kendiyle savaşan ve bunu kabul etmeye çalışan Tenser’ın kendini sentetik gıdayla bastırması hem teslimiyet hem de kendiyle bir barışıklık hali olarak görünür. Buna karşın hüzünlüdür çünkü insan her şeye rağmen biyolojik yaşamın sürdürülmesi meselesi ile ilgili sınandığında aslında insan olma meselesi ile ilgili de sınanmaktadır. Bu hüzün seyirciye bir kabulleniş gibi gözükebilir, filmin anlatısında ise bu durum insanın merkezden alınmaya çalışıldığı benzer distopyalar gibi insan olma meselesi ile ilgili bir projeksiyon sunmaktadır.

Notlar

Kanada, Fransa, İngiltere ve Fransa ortak prodüksiyonunda hazırlanan yapımın ilk gösterimi 2022 yılında Cannes Film Festivalinde gerçekleşti ve Altın Palmiye için yarıştı. Genel olarak eleştirmenlerden olumlu yanıtlar aldı. Metaforik birçok öge içerdiğinden hem izleyiciyi merakta bırakan, hemde üzerine düşündürten bir Cronenberg filmi ortaya çıktı. 

Yorum Bırak

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir