BUĞDAY FİLMİ: KAOS,GÖÇ, İRFAN.

Buğday filmi yönetmenin kendi iç dünyasında ve sanatsal üretim pratiğinde oldukça önemsediği bir yerdedir. Zira bir röportajında: “Hac’da, o mahşeri kalabalıkta, Kâbe’yi ilk gördüğümde bu filmi yapmayı niyaz ettim” demiştir.

Buğday Filmi Kaplanoğlu filmografisi içinde manevi gerçeklik arayışının zirveye çıktığı bir yapıt olarak karşımıza çıkarken anlatım biçimi ve anlatım olanakları açısından da bazı farklılıklar taşımaktadır. Özellikle “Yusuf Üçlemesi”nde sıradan bir hayatın gündeliği içindeki sıra dışılığı, aşkınlığı, insan fıtratındaki inceliklere göndermeler yaparak anlattığı hikâye, Buğday filminde tüm insanlığı ilgilendiren bir çeşit yolculuğa evrilmiştir. Yusuf Üçlemesi’nde filmin zamanı, bir rüyayı andırırcasına iç içe geçmiş, izleyici birbirinden farklı Yusuf’ları takip etmiştir. Buğday filmi ise benzer bir şekilde zamanı muğlaklaştırmış, fakat bunu yaparken belirsiz bir geleceğe gönderme yapmıştır. Bu çeşit bir çaba yönetmenin kendisinin de dillendirdiği “Zaman İşçiliği”ne güzel bir örnek teşkil etmektedir. Bu zaman işçiliği coğrafya ve dönem değişse bile değişmeyen insan fıtratına ve bu fıtratın ilahi olan, aşkın olana dair keşfleri barındırdıkları “an”lara odaklanmaktadır. Bu konuyu açmadan önce Türk Sinemasının İslam ile olan irtibatıyla ilgili birkaç şey söylemek gerekmektedir.(Aslında bu konu başlı başına bir yazı konusudur)

Sinemamızda dini temsillerin kullanımı erken dönemlerde belirli ideolojik dayatmalarla olumsuz olarak ortaya konulmuştur. Genelde bir din görevlisinin, yâda dini vecibenin bir olumsuzlukla verildiği klişe yapılarda karakterler üzerinden dindarlık ve inanç duygusu eleştirisi yapılmış ve bu yapı uzunca bir dönem sürmüştür. Bu sebeple özellikle dini hassasiyeti olan kesimlerin sinemaya bakışı bu dönemde bu karakterlerin ya da başlı başına vecibelerin yanlış ifade edilmesinin eleştirisine yönelmiştir.  Toplumun olduğundan daha fazla seküler gösterildiği bu yapı doğal olarak karikatür karakterler barındırmaktadır. Üfürükçü hocalar, cenazeler yağmur duaları gibi klişeler üzerinden din ve inanç algısı gayrı ciddi bir yaklaşımla ele alınmıştır. Dini temsiliyetlerle ilgili ideolojik ve yanlı karalamalar bazı sorunlara yol açmış ve bu coğrafyaya özgü bir anlatı diline engel teşkil etmiştir. Türkiye’de din ve sinema unsuru, dini konuların ya da dini karakterlerin sinemada temsil edilmesi hususu üzerinden ele alınmış, inançların adeta hayatın dışında unsurlar gibi kabul edildiği ve ayrıştırıldığı bir alan oluşturulmuştur. Bu konunun sarih bir şekilde ele alınmasını olanaksız kıldığı gibi aynı zamanda dini hassasiyeti olan ve Sufi düşünceye sahip yazar ve yönetmenlerin üretkenliğini de düşürmüştür. Öyle ki bir sinema filminde namaz kılan birinin görülmesi bile filmin neredeyse dini tandanslı olarak lanse edilmesine yol açmıştır. [1]

Adına Milli Sinema, Sufi ya da Fıtri Sinema denilirse denilsin, kendi arketiplerimizle beslenen ve kendi medeniyetimize ait bir sinema dili oluşturabilmemizin yolu inanç ve insan konularının temsiliyet kavramının üstünde bir derinlikle ele alındığı hikâyelerin, özgün anlatılarla beyaz perdeye taşınabilmesi ölçüsünde gerçekleşebilecektir. Son dönemde konuyla ilgili entelektüel ilgi çok önemli bir birikim oluşturmakta ve gerek görsel olarak pratikte, gerekse yazılı metinler üzerinde teoride bu dilin gelişimine yönelik oldukça kıymetli eserler ortaya konulmaktadır. Açıkçası Buğday filmi bu eserler için geliştirilmiş bir prototip gibi durmaktadır.

Yukarıda değindiğimiz zaman işçiliği meselesini açmak gerekmektedir. Kuran’ı Kerim’de kıssalar anlatılırken-tıpkı rüyadaymış gibi- bir zaman akışı uygulanmaktadır. Örneğin Yasin suresinde geçen “şehre koşarak giren adamın kıssasında”[2] ,adamın hangi zamanda ya da nerede olduğuna dair bir bilgi verilmemiştir. Böyle bir bilgiye ihtiyaç dahi duyulmamıştır. Dolayısıyla bu hadiseye ait zaman ve mekân kavramı tabiri caizse genişlemektedir. Bu genişleme merkezden uzaklaşma anlamında bir genişleme değil aksine kapsayıcı ve birleştirici bir genişleme olarak ifade edilmelidir. Ortak bilinçdışı ortak geçmişi gerektirmektedir. Tüm dinlerin aynı kaynaktan yani Allah’tan geldiği düşüncesi İslam’ın tevhid anlayışı ile ilgilidir. Aynı zamanda Kur’an kıssalarının kendi düşünsel dünyamızda, bizi biz yapan medeniyetimizde ve bilinçdışımızda önemli bir yeri vardır. Bu kıssalar göstergebilim açısından da önem atfeden arketiplerimizin Rahmani olarak teşekkül etmesinde son derece etkilidir. Bu sayede şairlerimiz tamamen İslami kaynaktan beslenen şiirler ortaya koyabilmişler, bu sebeple büyük mimarlarımız bu kaynakla nurlanmış mabetler inşa edebilmişlerdir. [3]

Buğday filmi Hızır ve Musa kıssasını anlatmak istediği hikâye ile birleştirebilmiştir. Bu sayede Kur’an-i bir anlatının izinde olarak evrensel bir meseleyi ele almaya soyunmuştur. Fütürist göstergelerde sıklıkla rastladığımız görselliğin içinde, muhtemelen göçmen konusunun (ya da daha geniş bir ifade ile “öteki” meselesinin ) altını çizdiği bir ayrımla hikâyeye başlamıştır. Şehir ve Doğa birbirinden ayrı iki unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsan ve “öteki insan” karşı karşıyadır. Fütürizmin tarihsel doğası gereği iç içe olduğu faşist/elitist tavır ve seçkincilik ilk sahnede gösterilmiştir. Onlarcası arasından bir çocuk seçilir ve insan aklının ulaştığı son nokta olan yapay zeka yardımıyla “uygun” olup olmadığı araştırılır. Şehre kabul edilmeye uygun olup olmadığı. Çocuk uygun değildir ve diğerleriyle birlikte doğaya terkedilir. İki çizgi arasında bir geçiş noktasıdır burası, arada demir teller, silahlı askerler vardır ve şirketin çıkarları  ve seçilmişlerin  pamuk ipliğine bağlı refahıyla, açlık ve kuraklığın hüküm sürdüğü yaban arasını korur. Doğal sınırlarda ayrıca manyetik koruma kalkanları konulmuştur. Şüphesiz bu alegorik anlatım biçimi mültecileri kabul ederken oldukça “seçici” davranan batı ülkeleri için zaman ötesinden gelen bir eleştiri içermektedir. Fakat bu eleştiri bugünü ve şimdiyi de pek tabii ilgilendirmektedir.

2018 yılı “Küresel İnsani Yardım Raporu “’na göre dünyada 2 Milyar kişi yoksulluk çekmekte 753 milyon kişide aşırı yoksulluk içinde yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır. Geçen yıl, çatışma, şiddet veya zulüm nedeniyle zorla yerinden edilen kişi sayısı da bir önceki yıla göre 2,9 (yüzde 4,5) milyon artarak 68,5 milyona ulaşmıştır. Ülkeler içinde yerinden edilen kişi sayısı 42,2 milyon, mülteci sayısı ise iltica talebinde bulunanlar hariç bir önceki yıla göre 2,8 milyon artarak 23,2 milyon olmuştur.  2018 yılında yayınlanan  “Dünyada Beslenme ve Gıda Güvenliği’nin Durumu” adlı raporda ise , geçen yıl dünyada açlık çekenlerin sayısının 821 milyona yükseldiği belirtilmiştir. [4]

Bu istatistikler kuşkusuz rakamların ötesinden bazı gerçekleri göstermektedir. Diğerkâmlık duygusundan empatiden tamamen uzaklaşmış modern insan bir yandan geliştirdiği yöntemlerle ürünlerin genetiğini değiştirerek yapay bir beslenme alanı oluşturmakta öte yandan bunu sürdürülemez olduğu düşüncesiyle özellikle mülteci meselesi ve diğer meselelerde olduğu gibi seçkinci bir tavırla bu açlığı görmezden gelmektedir. Batı dünyası şirketleriyle Buğday filmindeki şehri temsil ederken Afrika, Orta Doğu ve Latin Amerika’nın birçok ülkesi, filmde yer alan yaban ile özdeşleştirilebilir.

Buğday filmi ile ilgili refleks olarak eleştirilerini sıralayan çevreler, filmin bu evrensel konusuyla ilgili pek fazla bir şey söylememektedir. Eleştirilerinin temel dayanağı –sorunu görmezden gelerek- yönetmenin bu sıkıntının çözümü ile ilgili manevi arayışı koyması olarak dile getirilmektedir. Bu retorik akıl kendi kutsal positivizmiyle robotlara indirgemeye uğraştığı rasyonel aklına gelen eleştirileri görmediği gibi, bu filmin yapmış olduğu bu tespitin önemini de görmezden gelmektedir. Zira Buğday filmi bu tespiti yaparken ve çözüm ile ilgili kadim olanı, özü ve maneviyatı işaret ederken; akli olarak ta fütürizm ambalajı içinde sunulmaya çalışılan ve dünyanın geri kalanını umursama ve anlama yetisi olmayan bu seçkinci, insan karşıtı düşünceyi de eleştirmekte, aklı ve vicdanı olanları da bu konuda düşünmeye davet etmektedir.

Film Kur’an-ı Kerim’de yer alan Musa-Hızır kıssasını alarak bilginin kaynağı açısından hikayesinin merkezine yerleştirirken insanoğlunun geleceğine dair bir projeksiyon oluşturmuş ve bu bilgiyi, saflık- bozulma karşıtlığı üzerinden buğday metaforu ile değerlendirmiştir. Buğday saflığın ve inancın bir temeli olarak bozulmuş, insanda var olan metafizik bozulma buğdaya yansımış, buğdayda var olan metafizik değişme insanı bozmuştur. Bu çift taraflı hal, esasında günümüzde birçok bilim insanının ve çalışmasının da aynı yönde olduğu bir kanıyı desteklemektedir. Buğdayda, ya da dünyada ki herhangi bir varoluşta yer alan denge [5] insan eliyle bozulduğunda yine en başta insanı etkileyecektir.

Kapitalist, seçkinci, maddeperest, insana karşı insanı koyan, insanı paylaşım, diğerkâmlık ve merhamet duygularından uzaklaştıran ve kölelere kölelikten kurtulmayı değil, köle bulmayı vadeden bozulmuş bir akıldır söz konusu olan. .Bugün yeryüzünün birçok yerinde insanoğlunun tarih boyunca görmediği zulümler yaşanırken, diğer taraftan teknoloji olanakları zorlamaya devam etmektedir. İnsanlar bir yandan savaş sonrası yurdundan göçmüş insanları kendi ülkelerinde görmek istemediklerini söyleyebilirken, Akdeniz sahilleri boyunca birçok mültecinin cansız bedenleri kıyılara vururken, öte yandan Mars’a yerleşme, uzaydaki kolonizasyon gibi konularda araştırmalar yapılmaktadır. İnsanlık içinde bir zümre, bu araştırmaları ve kolonyal fikirleriyle adeta övünmekte, yok ettiği doğal dengeyi nasıl düzeltebileceğinden ziyade, nasıl başka bir yerde hayat kurabileceğinin peşine düşmektedir. Bu zavallı yaklaşım, özünde 7 milyar üzerindeki insan nüfusundan sadece belli bir kısmı böylesine bir yolculuğa çıkarabileceğini kabul etmekte ve kapitalist ahlakı uyarınca bu düşünceyi yanlış görmemektedir. [3] Bu şeytani motivasyonla da yeryüzünü kirletmeye kaynakları tüketip savaşlar çıkarmaya, adeta ekinleri ve nesilleri bozmaya, yok etmeye çabalamaktadır. [6]

Savaşın, salgının, göçün, kaosun,  varlık içinde yokluğun  gün be gün arttığı bu zamanda Buğday filmi bu aklı selime ve irfana davet eden bir filmdir.

Notlar/Kaynaklar :

  1. Yalçın, Lüleci, “Sinema ve Din: Türk Sinemasi Örneği”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İlahiyat Anabilim Dali  Din Psikolojisi Bilim Dali, İstanbul
  2. Yasin 36/20-29
  3. Yunus, Özmodanlı, “Sufi Anlatı Alanı Olarak Sinema”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Temel Din Bilimleri Ana Bilim Dalı, Tasavvuf Bilim Dalı, Ankara,2018
  4. Yemen, Suriye, Etiyopya, Irak, Nijerya, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Güney Sudan, Afganistan, Somali, Kenya, Haiti, Malawi, Kolombiya, Sudan, Çad, Zimbabve, Mali, Ukrayna, Kamerun, Lübnan, Pakistan, Burundi, Ürdün, Orta Afrika Cumhuriyeti, Uganda, Nijer, Filistin, Mozambik, Madagaskar, Libya, Angola, Bangladeş, Sri Lanka, Nepal ve Myanmar geçen yıl en çok insani yardıma muhtaç kişilerin yaşadığı ülkeler olarak sıralanırken, bu kişilerin beşte birinden fazlası (yüzde 23,5) sadece Suriye, Yemen ve 3,5 milyon Suriyeliyi misafir etmesi nedeniyle Türkiye’de bulunuyor.

https://www.yenisafak.com/dunya/2-milyar-kisi-yoksul-3390708

  • Rahman 55/5-8
  • Bakara 2/205

Yorum Bırak

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir